27 Aralık 2012 Perşembe

Kalbinizi kırmiim!


Bana küçükken ne olacağımı sorduklarında çok değişken cevaplarım olmadı benim. İlk olmak istediğimi hatırladığım meslek “Haberci”likti. Bildiğiniz haber sunucusu yani...

Şimdikiler gibi değildi o dönemin TRT haber sunucuları, hatırlarsınız belki. O statik hallerinin nesi hoşuma gitmişse o zamanlar artık... Hele ki o dönemlerde şimdikinden bile daha az konuşkan olduğumu düşünürseniz...

Bu fotoğrafı geçenlerde kuzenim koymuş facebooka... 
Soldaki kuzenim, sağdaki halam, öndeki bücürükde ben oluyorum :)

Lise yıllarında da psikoloji ve antropolojiyle ilgilenmeye heveslenmiştim...
ikisi de olmadı...
Önce muhasabeci, sonra grafiker oldum. O da ayrı bir hikaye...

Yani diyeceğim o ki; ben hiç öğretmen olmak istemedim...

Bir bildiğim varmış. Salı gününden beri bunun ayırdına vardım...

Bizim bücürün sınıfına etkinliğe gittim Salı günü.
4,5-5,5 yaş civarı yaklaşık 20 çocukla birlikte, önce yılbaşı kartı yaptık, sonra da fikrini Ayda’dan aldığım minik yılbaşı ağacı...

Yılbaşı kartımızın benim yaptığım örneği

Bir kere o kadar çocuğun seni dinlemesini sağlamak diye bir şey yok... Yani benim için yok... Misalen öyle ortada durup “Hadi çocuklar şimdi bunu yapalım.” deyip, onlara sesini duyurmak pek olası değil...

Hele ki hepsinin bir yerde oturup, aynı şeyi yapmalarını beklemeniz...
cık cık... aklınızdan şüpheniz olmalı...

Fotoğraf Ayda'ya ait. Ne kendi yaptığımı, ne de çocuklarınkini çekemedim...
Zaten Ayda'nınkiler kadar güzel olmadılar :))))

Ama arkadaş, bu bücürlerle bir şeyler yapmak bu kadar mı zevkli olur...
Hele ki seninle özel olarak iletişim kurmak isteyenler çıkıyor ya aralarından erir bitersin...

Bir tanesinin gelip, burnunu burnuma dayayıp bir “Günaydııınnnnn!” deyişi vardı ki; onunla birlikte yerlerde yuvarlanmamak için zor tuttum kendimi :)

Onun da fotoğrafını çekemedim. Siz Tibet'inkiyle idare edin :))))

Bir diğerinin tütü eteğiyle gelip gidip “Ablaaa, ama ben bunu yapamadım kiiii, yardım eder misinnnnn?” diye kelimelerinin sonunu uzata uzata yanıma yanaşması... var yaaa... Şöyle yakalayıp, sıkıca sarıp sarmalamak istedim ama korkutmayayım deyip, yine tuttum kendimi...

Tibet’in gelip gidip beni öpmesi, o öptükçe erkeklerin “Tibet annesini öptüüüü!” diye gülüşmesi, Tibet’in karşılık olarak “ama öpmedim ki beeennn!” diye utanması...

Hepsi çok ama çok keyifliydi :)

Yani bu etkinlik işini sevdim sevmesine ama
öğretmenlik deyince artık orada iki kere dururum!...
Bana böyle bir teklifle gelmeyin, kalbinizi kırarım!

:P

18 Aralık 2012 Salı

Yeni yıl temalı Huggies bebek bezi kazanmak isteyen? :)


Huggies’ten çok hoş bir teklif almış bulunmaktayım dostlar!

Belki Migros’larda rastlamışsınızdır. Huggies Yeni yıl temalı bebek bezleri üretti ve bu bezler doğal olarak sınırlı sayıda. Üstelik kız ve erkek bebeklere özel iki farklı boyda hazırlanan bu bezler tüm Huggies bebek bezleri gibi üçlü cilt koruma ile minişlerinizi kuru tutuyor, vücuda oturan kesimi ve esnek bantları ile hareket özgürlüğü sağlıyor, sızdırmıyor.



Huggies, bloğumu takip eden 5 bücüre bu bezlerden birer paket hediye etmek istiyor :)

Yapmanız gereken çok basit!
 Huggies’in facebook sayfasını beğenmeniz ve bu yazıma 31 Aralık’a kadar yorum bırakmanız. 

Ben diyorum ki; yeni yılda önce miniğinizi sevindirin :)

Hadi ne duruyorsunuz? Pamuk eller önce yoruma, sonra facebook sayfasına :)))


Not: 31 Aralık'tan sonraki yorumlar geçerli sayılmayacaktır :(

3 Aralık 2012 Pazartesi

Ödev meselesi

Anlaşılan o ki; bizim bücür pek ödev adamı değil... Aslında sanırım sınıfındaki hemen hemen çoğu bücürün ödevle pek alakası yok...

Öğretmenleri başlangıçta ödev verdiğini söylemiyordu, sorumluluk bilinçleri gelişsin diye... Ama baktı gördü ki olmayacak "Ben çocuklara ödev verdim ama ne olduğunu ben söylemeyeceğim, onlar evde size söylesinler." diyerek bizleri uyarmaya başladı...

Başlamasına başladı ama bu sefer her bücürden başka ses çıkmaya başladı. Baktık ki; hepsi olayı farklı algılıyor, bizler de ne yapacağımızı şaşırdık haliyle...

Mesela en son verilen ödevle ilgili görüşler şöyle:

1.görüş: En sevdiğimiz sebzenin ya resmini çizeceğiz ya kendisini götüreceğiz.

2.görüş: En sevdiğimiz sebzenin ya fotoğrafını bulup yapıştıracağız bir kağıda ya da resmini çizeceğiz.



3.görüş olan Tibet'le ödevin ne olduğuna dair yaptığımız konuşma da aynen şöyle:

Ben: Oğlum öğretmeniniz ne ödev verdi?
Tibet: En sevdiğimiz sebze ve meyvenin ne olduğunu bulup, çözümleyeceğiz.
Ben: Nasıl yani tatlım, anlayamadım. Mesela senin en sevdiğin meyvelerden biri muz. Ben sana şimdi bir muz versem ne yapacaksın yani?
Tibet: Yiyeceğim!
Ben: !!!????

Endişeliyim... Çok endişeliyim! :)))))

27 Kasım 2012 Salı

Espritüel

- Baba biliyor musun? Ben istersem 2'den 100'e kadar sayabilirim.

- Sahi mi? Say bakalım.

- İkiiii....

- ....

- Yüzzzzzz!

- !!!!!

- ehehehuuheeee!

- Puhaaahhhaaaahhh!

Kazıyın bizi yerden! :D


Nesquik ve bisküvi keyfi.
Espritüel olduğumuz kadar da keyif adamıyız anlayacağınız :)

12 Kasım 2012 Pazartesi

Yorumsuz!






- Anne biliyor musun? Atatürk Dolmabahçe’de ölmüş.

- Biliyorum oğlum. Peki sen biliyor musun? Şu anda Ankara’da Anıtkabir’de yatıyor.

- Artık uyanmayacak mı anne?

- Hayır oğlum, uyanmayacak.

- O hep içimizde değil mi? (Bunu sorarken elini kalbine götürüyor.)

- Evet oğlum içimizde.

- ... Peki ama anne, şimdi bizi düşmanlardan kim kurtaracak?!!!

- ..........................

7 Kasım 2012 Çarşamba

Pamuk Prens dediğin...


Naziktir, kadın dilinden anlar!

- Arkadaşına bir hediye alsak mı Tibet?
- Arkadaşım kız mı erkek mi anne?
- Kız.
- O zaman çiçek alalım!
- :))))


Sevdiğini hep görmek ister!

- Anne, Demir’lere gidelim mi?
- Oğlum daha dün bizdeydiler!
- Olsunnn. Gidelim biz yine de, hatta her gün gidelim!

Kaybedip, bulduklarının kıymetini bilir!

- Annecim, kaç yıldır arıyordum bunu. Şuraya koyayım da gözümün altında olsun!

Özlenmek ister!

- Anne, hiç zamandır metroya binmemiştik. Özlemiştir di mi beni?

Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncıdır!

- Anne kızgın mısın?
- Evet!
- Kime kızgınsın, bana mı?
- Hayır!
- Babama mı?
- Evet!
- Ohhh beee! İyi ki bana kızgın değilsin!
(Artık kızınca nasıl kızıyorsam :P)


Birini nasıl sakinleştireceğini iyi bilir!

1.
- Anne gel de sana sıkıca sarılayım. Sarılınca kendini iyi hissedersin!
İç ses: Canımmmmm! Sen sarılınca kendimi iyi hissetmemem mümkün mü? Ah oğlum! Hep böyle sevgi dolu ol inşallah!!! :)))

2.
- Haaahhaaahhaaahhhaaaa!
- Ne oluyor oğlum, ne gülüyorsun kendi kendine?
- Sen mutlu ol diye komiklik yapıyorum anne. Mutlu oldun di mi? Bak oldun, bak, gülüyorsun!
- :)))))


Kendi ismini hiç bir yere bakmadan kendi kendine yazabilir! Üstelik yazım şekline kendi yorumunu bile katabilir!

- Bu B’leri özellikle böyle değişik yaptım anne, güzel olmuş di mi?


Kendine has bir stili vardır!

- Anne bak! Nasıl çizmişim?
- Çok güzel olmuş bebeğim :))))
Dip: Resimdeki çiçek anne çizimidir :)

31 Ekim 2012 Çarşamba

Takıntı


Oğluma bazı şeyleri anlatmakta zorlanıyorum. Kafayı bir şeye taktı mı, onun olmazlığını anlatmak imkansızlaşıyor. Şimdi bana bütün çocuklar böyle diyeceksiniz biliyorum... ama değil...
Tibet bir başka!

Dilerseniz en son yaşadığımız olayı olduğu gibi anlatayım, siz verin kararınızı tüm çocuklar aynı mı yoksa bu Tibet’e özgü bir durum mu?


Bir türlü başımdan atamadığım kısırdöngülerim var benim... Bir şekilde kendimi kurtarıp, sonra nasıl oluyorsa tekrar içine düştüğüm...

Her ay yinelenen küçük bir ritüel vardır belki siz de bilirsiniz. Dolunayda, istemediklerinizi bir kağıda yazar, o kağıdı yakar ve “Allah’ım beni bunlardan kurtar, yerini sevgiyle doldur!” der, diler üfleyerek havaya, dilerseniz akıp giden suya bırakırsınız...

Kardeşimin hatırlatmasıyla bu ritüeli yapmaya karar verdim. Aldım elime kağıdı kalemi, yazıyorum. Bizim bücür de başımda. “Ne yapıyorsun anne?” diye sordu anlattım. “İstemediğim, beni üzen şeyleri benden alsınlar ve yerlerine güzellikler versinler diye meleklere mektup yazıyorum.” dedim. “Ben de yapmak istiyorum.” dedi. “Tamam” dedim, “Ben bitirince senin için de yaparız.”


Yazdım, yaktım, dolunay saatine niye edip, balkondan havaya saldım istemediklerimi...

Sıra bizim bücüre geldi doğal olarak. Aldı kağıdı kalemi eline; “Hadi yapalım!” dedi.
“Tamam, sen şimdi ne yazmak istiyorsan yaz o halde kağıda oğlum.”
“Ama anne, ben aynı senin gibi yazmak istiyorum.”
“Sen yazmayı daha bilmiyorsun ki tatlım. Sen içinden geçirdiklerini oraya yazıyormuş gibi yap, melekler seni zaten anlarlar!”
“Olmaz anne! Ben aynı senin yaptığın gibi yapacağım!”
“Tamam o halde, ben senin elini tutayım, beraber yazalım...”
“Hayır anne! Senin gibi yazacağım bende!”
“Ama oğlum nasıl yapacağız onu? Bak istersen resim de çizebilirsin, melekler onu da anlarlar.”
“Bana neeeee! Ben aynı senin gibi yazmak istiyorummmm!!!”

Şu yukarıdaki konuşma sırasının yaklaşık 5-6 kez tekrarlandığını düşünün... ve bu tekrar sonrasında Tibet’in avaz avaz ağladığını benim sinirimden onun yanında duramayıp, ağlayıp bağırmamak için terasta saçlarımı yolduğumu...

Tibet'le yaptığımız sanatsal çekimler :)

Kardeşim “Ben bir melek resmi yollayıp güya onların ağzından bir mesaj atayım en iyisi, belki bu şekilde onu sakinleştiririz.” dedi. Ne yalan söyleyeyim, pek tutacağını düşünmedim, çünkü mesajlarda atan kişinin resmi görünüyor telefonda ama o anda ne çözüm önerilse üstüne atlayacak haldeydim zaten...

Nasıl oldu bilmiyorum, kardeşimin attığı mesajı gerçekten meleklerden geldi sandı Tibet ve resim çizmeye karar verdi...

Böylece içinde güneş, bulut, örümcek, çiçek, kapısına kadar özel bir yolu olan bir ev ve bir insan olan bir resmimiz oldu. Şimdi o resmimizi itinayla saklıyoruz. Ne de olsa melekler için yaptık :)

Buyrun bu şarkı da oğlumun son takıntısı...


Bu şarkıyı dinlemeden okulun kapısından içeri girmiyoruz :)))

30 Ekim 2012 Salı

Fark

Aynı şartlar, aynı ortam, aynı çocuk...
İki ayrı tavır...

Babayla:

B. Oğlum hava serin, üşüyeceksin... Git üstüne bir şey giy!
Ç. Üşümüyorum baba!
B. Farkına varmazsın, hasta olursun.
Ç. Üşümüyorum baba!
B. Sen bilirsin, hasta olursan karışmam!!!

Aynı günün akşamı çocuk hastalanır. Baba söylediğinin çıkmasının verdiği gururla söylenir:
B. Ben sana hasta olursun demiştim! Sözümü dinlemedin, bak! hasta oldun!!!



Anneyle:

A. Oğlum hava serinledi bayağı. Üşüyeceksin. Sen burada bekle, ben hemen hırka getireyim aşağıdan.
Ç. Üşümüyorum anne!
A. Olsun bebeğim, farkına varmayabilirsin üşüdüğünün. Biz tedbirimizi alalım!
Ç. Anneeeee! Üşümüyorum dedim!!!

Bu arada anne çoktan aşağıya inmiş, hırkayı kapmıştır. Gelir, bücürün üstüne hırkayı geçirir:
Ç. Anneee yaaaa! Ama üşümüyorum ki bennn!

Aynı günün akşamı çocuk hastalanır. Anne ise bir yandan gerekli ilaçları vermek için hazırlarken, bir yandan kendine kızmakla meşguldür:
A. Zamanında farketseydim havanın soğuduğunu, hasta olmazdı çocuk! Ah be kızım be! Dikkatsizliğin yüzünden hasta ettin kuzuyu!!! :((((

4 Ekim 2012 Perşembe

Şarkıların dili olsa


Çok benlik bir mimle karşınızdayım. benlik olmasından mütevellit, hiç vakit geçirmeden cevapladım gördüğünüz üzere :)))

Oytun’la Hayat mimlemiş beni (saçlarına kurban olduğum!)...

Mim’in konusu ne?
Ne?....

Şarkılarrrrrrr!

Demiştim di mi tam benlik diye :)
O halde başlıyorum!

Sesinizin çok güzel olduğunu farzedin ve ideal sahne performansınızı tarif edin. (Hangi şarkıyı söylerdiniz, nasıl giyinirdiniz, size kimler yada hangi aksesuarlar eşlik ederdi?)

Bunu farzetmeme gerek yok. Beni buradan izleyin dostlar! :P
(Megolamanlık diz boyu!)


Özel bir gününüzde bir koro yada özel bir kişi sizin için süpriz bir parça hazırlamış. Parçanın özelliği sizi tarif etmesi. Hangi parça olurdu bu?

Valla tekrar etmiş olacağım ama şu gördüğünüz tam benlik parçadır. Bana şarkılı bir sürpriz hazırlayacaklara bunu şiddetle tavsiye ederim ;)


İçinizde kalmış, söylenmemiş bir takım şeyler var. uygun şartların biraraya geldiğini hayal edin. O kişiye (yarım kalmış bir aşk, kırgın olduğunu bir dost vs.) duygularınızı anlatabileceğiniz bir fırsatınız var. Ona hangi şarkıyla duygularınızı anlatırdınız?

Valla şimdi öyle bir şey olmayınca ne desem, ne dinletsem bilemedim. Ama ne kadar dost demişse de aşk kokusu var bu soruda. Bu durumda şu iyidir sanırım... Severim çok bu şarkıyı...


Sizi şu an okuyanlara göndermek istediğiniz parça?

Hepimiz güzeliz! Var mı bizden güzeli? ;)


Şimdiiii! Gelelim mimlediklerime:


ve yapmak isteyen herkes ;)

Şarkılarda buluşmak üzere, esen kalın!

1 Ekim 2012 Pazartesi

Sınıfımızı seviyoruz...


Sanırım şanslıyız... Yani en azından Tibet’in şanslı olduğu bir gerçek...

Başlangıçta istediğimiz iki okul vardı. İkisi de olmadı... Sonra bizi şimdiki okulumuza yönlendirdiler. İstekle isteksizlik arası, biraz da artık hem zamanımız hem alternatifimiz olmayışından, yazdırdık Tibet’i okuluna...

Sonra öğrendik ki; sınıfı özel bir sınıfmış. Montessori Eğitimi’nin deneneceği 7 özel sınıftan biri.
Bizi neye göre seçmişler bilmiyorum ama buna çok sevindiğimi tahmin edersiniz. Uygulamak konusunda ne kadar başarılı olduğum tartışılsa da internet üzerinden takip ettiğim, yararına yürekten inandığım bir sistem bu...

Yalnız ortada bir sorun var...
Şimdilik...

Bu sistem aslında müfredatta olmayan bir sistem olduğundan, aksaklıkların olması bekleniyor. Mesela daha ilk aksaklık, hala materyallerin sınıfa gelmemiş olması. Elde materyal olmayınca öğretmenler de eski usul oyuncaklarla elinden geleni yapmaya çalışıyor.

Diğer olası aksaklık bu sistemle eğitim gören çocukların bu sistemle devam etmeyen ilkokula geçtiklerinde, ortama uyum sağlayıp, sağlayamayacağı.

Bildiğim kadarıyla İstanbul’da veli insiyatiyle kurulmuş bir Montessori anaokulu var. Oradan mezun olup ilkokula başlamış olanlar varsa bir irtibat kurmak lazım, çocukların adapte sorunu olmuş mu, olduysa nasıl bir çözüm sağlanmış...

Konuyla ilgili geçenlerde bir toplantı yapıldı. Ben katılamadım ama eşim katıldı. Kaymakam bir ihtimal bu çocuklara özel sınıf açılabileceğinden bahsetmişse de buna kendi de pek inanarak konuşmamış. Sonuçta sadece Bahçelievler’deki devlet okullarında deneme yapılıyor ve müfredata girmeli ki; sınıf açılabilsin... Bir diğer alternatifte aynı veli insiyatifli anaokulu misali, velilerin katkılarıyla açılacak özel bir okul... Buna da herkesin gücü yeter mi, orası muamma...

Şimdilik kendimizi şanslı azınlıktan sayıp, yarınımızı düşünmeden, bu ayrıcalıktan sonuna kadar faydalanmak en iyisi.

Çocuğu olana en yakışan kelime, bu durum için de fazlasıyla uygun düştü:
“Kısmet!” :)


Bu fotoğrafta Tibet'in kalabalıkta kendine yer edinmeye çalışması gibi, 
okul hayatında da sağlam bir yer edinme derdindeyiz :)

27 Eylül 2012 Perşembe

Kim hazır?


Aslında bu anaokulu meselesi çocuktan ziyade annenin sınavı. Yani en azından benim için öyle.

Konuya benim gözümden şöyle bir bakış atalım mesela:

Sabah, bücür uyandırılır.
Sabah hali işte, bazen kolay, bazen zor bir süreçtir bu. Sabah huysuzlukları bertaraf edilmeye, üstü giydirilmeye, ağzına bir şeyler tıkıştırılmaya, dişler fırçalanmaya, yüz yıkanmaya, saç taranmaya çalışılır, her biri için ayrı bir enerji harcamak gerekir.
Sabahları kendi giyimi için taş çatlasın 5 dakika ayıran, çoğu zaman makyaj bile yapmayan, kahvaltı etmeden evden çıkan bir kadın için bu zor bir süreç arkadaş!


Aslına bakarsanız, itiraf ediyorum bu işin yine de kolay tarafı... İlk okul deneyimi olmasına rağmen, durumunu gittikçe kabullenen bir çocuğa bir şeyleri yaptırmak, zaman içinde basitleşiyor. Artık aynı çabaları harcamam gerekmiyor ki; iki haftalık bir zaman dilimi için gayet iyi bir ilerleme bu...

Asıl sorun, ufaklıkla birlikte eve döndükten sonraki süreç.

Yemek yap. Yedir. Etrafı topla. Toz al. Süpür. Sil. Onunla oyna. Akşam yemeğini yap. Yedir. Sonra baba gelsin ona da yedir. Mutfağı topla. Ufaklıkla oyna. Ufaklığın ve babanın arkasını topla. Ufaklığı uyumaya ikna et. Yatır. Onunla birlikte uyumamaya çalış. Kalk. Koltuğun üzerinde sızmış babayı uyandırıp, yatağına yatırmaya ikna et. Etrafı topla. Tvyi kapa. Son kontrolleri yap. Yat.

Kalk...........


Diyeceksiniz ki; normalde yapmıyor musun tüm bunları?
Yapıyorum tabii ama hafta için annem bende olunca, çoğu şeyi o halletmiş oluyor, bana ufak tefek şeyler kalıyor ve hafta sonu bir kez iyi bir temizlik yapıyorum o kadar. Ama her gün olunca bu süreç, resmen bittim ve billah tükendim!

Yok hocam. Allah ev kadınlarına kolaylık versin. Ben almiim! :)

Notumsu: Ben evde olsam, alacağım kiloların haddi hesabı olmaz! Onu da anladığımdan beri, ev kadınlığından tümüyle istifa etmiş bulunmaktayım, kimse kusura bakmasın. :P

13 Eylül 2012 Perşembe

Mim'imi sevsinler!


Uzun zamandır mim yazmıyorum. Mimlenmediğimden değil. Bu aralar yazasım olmadığından... Farkındaysanız uzun zamandır hep kısa kısa yazıyorum zaten... Elbet geçer diyorum ama geçmiyor. Bloğa da kıyamıyorum, 3.senesini bitirdi 4’e doğru koşuyor artık. Kapatsan olmaz. İçimi dökmüşüm, oğlumu anlatmışım, dostlar edinmişim... Nasıl kıyarım?

Sevgili Supercellma’nın bu beni ikinci mimleyişi aslında. İlkini görmezden gelince bu sefer tehdit etmiş “Sıkıysa yapma!” demiş... Korktum yahu! :P Şaka bir tarafa aslında mimler burayı canlı tutmak için güzel bir bahane, yoksa Supercellma’dan ne korkucam! :P

Evet gelelim mim sorularına ;)

Günün nasıl geçti?
Günüm henüz geçmedi ama heyecanlı başladı ve sanırım çok keyifle bitecek.
İşyerinde 6 arkadaşla yaşgünlerimizi beraber kutlama geleneğimiz var. Bugün de bu arkadaşlarımdan birinin yaşgününü kutlamaya çıkıyoruz. O yüzden sabah, “Ne giysem acaba?” diye gardrobun çevresinde dört döndüm. Sonuçta spor bir kıyafet tercih ettim yine ama sanırım etek yerine pantolon giysem daha iyi olacaktı. Artık havalar soğudu ve bu akşam gideceğimiz mekanda bir bahçe restaurantı :(

İsim vermeden bahset.
Supercellma’mın söylediğine göre herkes bloglardan bahsetmiş ama ben isim vermeden işten bahsedeyim. Burada bir arkadaşım var ki; kendi işi yoğun olduğu zaman hep kendisinin en çok çalıştığını ve en iyisinin en vazgeçilmezinin kendisi olduğunu, her işi tek başına yaptığını, kimsenin ona yardımcı olmadığını bağırır durur ama nedense onun işi olmayıp bizlerden yoğun olanlar olduğu zaman hiç oralı olmaz, ver kardeşim yardımcı olayım demez... Böyle anlarda ister istemez gıcık oluyorum, elimde değil ama geçici şeyler bunlar, düzelirim yakında :)

Neden hep cam kenarı?
Eğer ön koltukta oturmuyorsan, güzelim manzaraları cam kenarından başka bir yerden seyretme şansın yok çünkü! ;)

Bugün kendin için ne yaptın?
Bugün değil ama geçen hafta sonu sevdiğim saç rengine ufak ufak geçişi sağlayacak ilk boyamı yaptırdım. Bu hafta başında da artık bakarken bile iğrendiğim ellerime bakım, tırnaklarıma manikür yaptırdım. Ohhh! iyi oldu :)

Twitter ana sayfanı aç. İlk gözüne takılan?
Önce kendi twitimi gördüm, yukarıda bahsettiğim konuyla alakalı takığım ya! “Kişi kendi işi çok başkasının ki yokken “mağdur”, kendi işi yok başkasının ki çokken “mağrur”dur!”
Sonra da Cüneyt Özdemir’in twiti gözüme takıldı: “Bir Çin atasözü de der ki ‘Bu devirde hiçbir şeyi çakmayacaksın kafaya..!’”

Bana demiş! ;)

Düşün ki; o bunu okuyacak!
Önce karar vermem lazım, kim bunu okuyacak...?
Veremedim yahu bir karar.
Onun yerine bir arkadaşımın geçenlerde yazdığı bir şiiri yazsam buraya. Çok beğendim de :)

Yorduğun için yoruldum.
İyi de oldu yorduğun.
Yoğruldum.
Şimdiyse, yorgunluğundan yoksunum.
Mutluyum...

Kahkaha atmana sebep olan karikatürler
O kadar çok var ki! Facebookta böyle bir albümüm var düşünün artık! :)




Klavyeye bakmadan bir şeyler yaz
Bu okuduğunuz tüm yazıyı zaten klavyeye bakmadan yazdım. Övünmek gibi olmasın 10 parmak daktilom vardır da benim :P

Bir cümle düşün, sonra kelimelerin yerlerini değiştirerek yaz.
Aslında onun aşk, değil heyecan bize yaşattığı sevdiğimiz.

CTRL+V yap!
http://www.youtube.com/watch?v=sIIK9Fb3U-c&feature=related
bu sizin için ;)

Bir mimin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Herkese saygılarrrr veee mimi beğenenleri mimledim. Yorum atanları illa ki mimledim ;)

10 Eylül 2012 Pazartesi

Hazırlık


Hazırdık!

Saçımızı kestirdik.


İki dirhem bir çekirdek giyinip, vesikalığımızı çektirdik.

Okuldan önce ne olur ne olmaz, vaktimiz olmaz belki diye,
klasik metro-tramvay yolculuğumuzu yaptık.


Ananeyi de ziyaret ettik, okulun ilk haftası gelmeyeceği için.

Fikren o kadar hazırdık ki; “Neden gidiyorsunuz? Kalın burada.” diyen dedeye
“Kalamayız, yarın okul başlıyor!” diye cevap verdik...


Biz hazır olmasına hazırdık ama...
Okul bizim kadar hazır değilmiş meğer...


Arayıp, “Kusura bakmayın, bu hafta açamayacağız!” dediler...

Ne yapalım... Kısmet...


Bizden okula bir hafta daha müsade o zaman ;)

28 Ağustos 2012 Salı

Rüya

Artık yanımda kim varsa, bağ, bahçe, cadde, sokak, yağmurda, güneşte koşuyoruz beraber... Dilimizde popüler olmuş bir şarkı, söyleye oynaya...

Artık yanımdaki her kimse, şarkının bir de remixi varmış, onu da söylüyor...
"Vay be! Hande Yener söylüyor herhalde bu versiyonu." diye düşünüyorum...

Uyandığımda şarkının nakaratı aklımdaydı, yazmaya fırsat buluncaya kadar kaçtı!

Anlayacağınız bestesiyle, güftesiyle bir şarkım var bana ait, yeter ki hatırlayabileyim...
Meşhur olmam an meselesi!!!

Ne tatilmiş arkadaş... Biraz daha kalaydık ya, arkası gelirdi belki!


Buraya da son günlerde bayıldığım şarkıyı koyayım...
Belki ilhamımın geri gelmesine yardımcı olur :P

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Ben yaparım!!!

Anlaşılan o ki; oğlum büyüdüğünün farkında...
O kadar farkındaki, artık yardım kabul etmiyor, işlerini kendi halletmek istiyor...
Tabi ki "işine gelenleri"!!!

Sık sık "Ben arkadaşıma bir bakıp geleyim." diyerek rüştünü ispat etmeye çalıştı ve bunu başardı!


Sahi...
Ben bu duvarı yardım almadan, ilk defa geçişimde kaç yaşımdaydım ki???

17 Ağustos 2012 Cuma

Tatil, bayram, Karasu...

Bu yılın ilk tatiline çıkıyorum yarın inşallah.
Bayramdan sonraki üç günü aldım, 1 haftaya tamamladım.
Malum Tibet bu sene anaokuluna başlayacak kısmetse ve ilk günlerinde onun yanında olmak için saklıyorum diğer tatil günlerimi...

Rotamız her zamanki gibi Karasu.
Bu sene oğlumuzun özel ricasıyla önce Adapazarı'na kocaannesine gideceğiz. Gece dayısıyla uyayacakmış ve dayısından rica edecekmiş ki; o da bizimle Karasu'ya gelsin, orada da onunla uyusun geceleri. Görünüşe göre Bora'yı çok özlemiş :)

Çocukluğumdaki, gençliğimdeki gibi büyük bir heyecanla gitmiyorum Karasu'ya artık... bir yandan yine de, "yine" oraya gidiyor olmamın sıcaklığı var içimde... Ne de olsa teyzemin sevgiyle hazırladığı kahvaltı ve anne tarafımın sevgi dolu gözleri bizi bekliyor :)


Umarım büyüdükçe aynı sıcaklığı oğlum da hisseder...

Şimdiden hepinizin bayramı kutlu olsun...

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Suçlu kim?

Bu aralar pek yazasım yok evet... Suçu sıcaklara atmak istemiyorum...
Tibet'in hiç suçu yok, çünkü kendisi sağolsun bol bol malzeme veriyor aslında...
Sırf bu yüzden yazmak lazım... ama...
Gel gör ki; annenin eli yazmaya gitmiyor bir türlü...

Facebookta beni görseniz şaşarsınız...
"Blogta yazmayan hatun bu mu? İki saniye boş bırakmıyor burayı, nasıl oluyor da orada yazmıyor!?" diye...

Vallahi suçlayacak kimsem yok...
Canım çekmiyor sanırım, bilmem ki....
Yine de bahane değil yazmamaya...
Unutmamalı küçük adamımın yaptıklarını..................................

**************************


I
Malum sıcaklardan nefes bile alamıyoruz bazen... Bu durum evdeki hallerimize de yansıyor. Babamız artık isyan edip, atleti bile attı üstünden... Böyle olunca da son günlerde aldığı kilo daha bir göze batar oldu :)))

- Baba, babaaa! (eğilip kulağına söylüyor güyaa)
Sen bebek mi doğuracaksın?!!!


II
Sıcaklar sayesinde bücürcanımızın ne kadar pratik zekalı olduğunu da öğrenmiş olduk!

- Anneeee! Karpuz getirsen de serinlesek!!!
- !!!

III
Sıcak+pratik zeka+acitasyon bir araya gelince ne olurmuş gelin birlikte öğrenelim:

- Bugün dondurma yiyemedim anne... Nasıl serinleyeceğim ki ben şimdi?!
(Her gün dondurma yemesini istemeyip, araya bir gün mola koydum da... bak sen bana!)


IV
Arkadaşlarıyla oynarken, büyük ihtimalle kazayla gözüne oyuncak gelmiş ama bizim küçük adam bunun özellikle yapıldığında ısrar ediyor. Sevgili babamız da çoğunluk babaların yaptığı gibi, oğluna taktik! veriyor:

- Oğlum sana vurana sen de vursana!
- Sen bana böyle mi öğrettin baba?
- Yok... yani yok... önceden dememiştim de... hem zaten tabi öyle durup dururken vurma... hani sana vururlarsa karşılık ver diye söylüyorum (baba sorunun şaşkınlığını yaşıyor burada)
- Haa, öyle mi? Hatırlayamadım zaten ben vur dediğini!...


V
Her metro gezimizden sonra, metroport ziyareti, metroport ziyaretinde de malum oyuncakçı tavafındayız. Her seferinde oyuncak almak istemeyen anne, küçük adamla en fazla 5 TLlik oyuncak alabileceği konusunda anlaşma yapmış. Amma velakin ne bücür ucuz bir oyuncak beğenmekte ne de annenin gösterdiklerini kabul etmektedir. Anne artık bezmiş ve yorulmuş, söylenmektedir:


- Tibet artık ne alacaksan al, çok yoruldum!
- Tamam anneeee! Görüyorsun ki çözüm arıyorum işteee!!!
- !!!

**************************

Devam eder bu daha... Hadi kalın sağlıcakla :)

Dip 1: Bu aralar Tusubasa isimli çizgi filme ve kahramanına takık durumdayız. İlk seyretmeye başladığı zamanlarda "ben artık Tusubasayım" diyordu, şimdi yanlış hatırlamıyorsam Misuki oldu. Misuki'nin hastalığına rağmen oyuna devam etmesinden fazlasıyla etkilendi anladığım kadarıyla...


Dip 2: Bazı yarışmaları severek izliyoruz. Bunlardan biri de "Şeflerin düellosu". Tibet'in pek ilgilenmediğini sanıyordum ama geçen gün evde "acı sos ve krema karıştırıp sana yemek yapacağım anne" deyince aslında etrafının ne kadar farkında olduğunu anladım.


ve Dip 3: Geçen gün kapıda karşıladı beni. Babası ve ananesine kızmış, nereden nasıl anladıysa bizim başka bir evimizin olduğu kanaatine varmış. Toplamış iki üç parça eşyayı, oraya gidecekmişiz ikimiz. Babası ve ananesi bu evde kalacaklarmış!!!


Tavsiye: Fantastik sevenlerdenseniz Ursula L.Guin'in Rüyanın Öte Yakası adlı romanını okumanızı tavsiye ederim, ben çok sevdim...


25 Temmuz 2012 Çarşamba

Elektro gitar!

Güzel bir yaşgünü oldu.
Akşamüstü...


Çocuklar çok güzel oynadı, çok güzel eğlendi.
Tartışmasız, kavgasız...

Uzun zamandır görüşmeyen büyükler yaşgünü bahanesine hasret giderdi...
Oğlum hayal ettiği hediyelerine (oyuncaklarına) kavuştu...

Ama ortada bir yanlış vardı...

Oğullarına gelmiş hediyeyi sahiplenen ebeveynler gibi....


Elimizden düşüremedik!


Çocuk muyuz neyiz!!!

19 Temmuz 2012 Perşembe

ve... 5!


Sana söyleyecek çok şeyim var aslında...
Şöyle oturtup seni karşıma...

“Senin için çok hayallerim var...
Yani öyle büyüyünce şöyle ol, böyle yap gibi değil.
Sana bırakmak istediklerimle ilgili, sana örnek olmakla alakalı...
biliyorum çünkü, önündeki en büyük örnek biziz senin.
Bize bakıp kendine huylar edineceksin...
işlerin bazen istediğim gibi yürümediğini hissediyor olsam da, bazen, neler oluyor böyle, nerede yanlış yaptık desem de, endişelensem de...
gözüme gözüme soktuğun güzel huylarını görüp, rahat bir nefes alıyorum...
şükrediyorum sonra...”

Okuyup, sevdiğim bir kitapta romanın kahramanı bir yerde diyor ki;
“Çocuğum bu hayatta nefes alabildiğim tek nokta!”

Sen de benim için öylesin.

Nefesimsin.

Gerçek sevgisin.
Beklentisiz... Katkısız...

Anlayışsın.
Hoşgörüsün.
Şefkatsin.

Güzel bir tebessüm,
Kalp yumuşaklığımsın.

İçimi ısıtansın...

Hem her şeyimsin...
Hem de biriciğim...


Dilerim ki; içindeki sesi dinleyenlerden ol.

Canım oğlum.
İyi ki varsın.

Nice mutlu yılların olsun...

9 Temmuz 2012 Pazartesi

İstanbul yolları taştan, sen çıkardın beni baştan!

Son zamanlarda her hafta sonumuzu İstanbul toplu taşıma araçlarında geçirmeye başladık. Sebep, bizim bücürün merakı tabi ki...

Merak, Metro ile başladı. Önceleri her hafta sonumuzu Metro yolculuklarıyla geçirdik. Sonra Zeytinburnu istasyonunda Tramvay’a geçiş olduğunu keşfetti ve biz Metro’dan Tramvay’a sıçradık. Neyseki o hat babasının işyerinden geçiyordu da, dönüşümüz arabayla oluyordu.

Sonraları, metroya gidiş gelişler esnasında Metrobüs’ü görüp, onu keşfetmek istedi. Metrobüs çok etkilemedi onu sanırım, bu macera sadece bir seferle sınırlı kaldı ve en son geçtiğimiz hafta sonu trene binmek istediğini söyledi.

Trene ulaşmak bile zahmetli oldu... Önce otobüs, otobüsün eskilerden olmasından sebep deli gibi sıcak, sonra aktarma otobüsün gelmemesiyle binilen taksi... Neyseki tren yenilerden geldi de biraz ferahladık... İnanmazsınız, tren hatlarında bile yapım var. O yüzden trenler uzun aralıklarla geliyor. Tren yolu bir yerde tek hatta düşüyor ve diğer trenin geçmesini bekliyorsunuz!...

Bakırköy’de inip, birşeyler atıştırıp, yürüyerek minibüse, oradan da eve vardık nihayet. Tabi ki, eve girmeden önce dondurmamızı da alarak...

Aslına bakarsanız, bizim için kolay bir aktivite yolu oldu bu. En azından her hafta sonu “Bu sefer ne yapsak?” diye düşünmüyorum ama bu hevesin gittikçe pahalıya mal olacağı, Tibet’in şu sorusuyla gün yüzüne çıkmış oldu : “Anne, bir dahaki izinli olduğunda da uçağa binmeye ne dersin?”
!!!


Allah bana kolaylık versin! :))))

6 Temmuz 2012 Cuma

Uzun zaman sonrası MİM'i!

Blog hayatımın en kolay MİMi ile sobelenmiş vaziyetteyim. Bunu kaçırmayayım :)))

Oytunla Hayat mimlemiş beni. Demiş ki;

* Bu yazının altına benimle ilgili düşüncelerinizi yazacaksınız. İsterseniz tek kelimeyle isterseniz uzun uzun :)

* Arkadaşlarınızı mimleyeceksiniz ve duyuracaksınız.


Ben kimseyi mimlemeyeceğim ama bu yazıyı okuyup, hakkımda fikri olan ve fikri olmasa da fikir beyan etmek isteyen herkesin bir şeyler yazmasını istiyorummmmm ve dileyen herkes bu mimi üzerine alınabilir :)))

Hadi bekliyorum ;)

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Dersimiz.....


Hayattan ders almak için illa olumsuz olaylarla muhatap olmamız gerekmiyor aslında....
Bazen gözünüzün önününde büyüdüğüne şahit olduğunuz bücürünüzün kurduğu cümleler, verdiği tepkiler isteseniz de istemeseniz de öğretiyor size bir şeyler...........

Ders 1: Hayat bazen oğlunun hangi arada bu kadar büyüdüğünü farketmeyişini sorgulatabilir!... :)


- Oğlum ne olacak senin halin böyle? Kışın dondurma yemeden nasıl duracaksın çok merak ediyorum!
- Baba, kışın dondurma istemeyecek ki canım. Hava kışın serin olduğu için canımız dondurma çekmez, yazın ferahlamak istediğimiz için dondurma yeriz!

Ders 2: Kurduğun cümlelere dikkat et! Kastettiğin değil, içerdikleri anlamlarıyla anlaşılma ihtimali %100!!!... :)


- Oğlum, ananen bugün biraz hasta. Onu çok yorma tamam mı?
- Tamam anne, az mı yorayım?!

Ders 3: Her şeyi kendin halletmek zorunda değilsin. Bazen işini bilenlerin yardımını da istemen gerekir!... :)


- Ananeeee! Anneme söyler misin? Şimşek McQuinn arabam düştü. Çekici çağırıp, kaldırtsın!!!...


Ders 4: Zaman her şeyin ilacıdır. Ama şu anda yaşadığın duygularını kabullenmek, yükünü hafifletir!... :)


- 9/10 yaşında olsam korkmam ama dede, şimdi küçüğüm ya, tedirgin oluyorum biraz!

Not: Uzun zamandır yazmadığımın farkındayım ama oğlumla aramız burada yazdığım kadar ballı börek değil. Son zamanlarda aramızdaki aşktan fazla çekişme yaşıyoruz. Sanırım kişiliğini oturtma dönemleri. Bu dönemde ben kendi adıma fazla yorulduğumu söyleyebilirim ve bu süre zarfında çok fazla yazamayabilirim... Neticede burası onun bloğu ve geriye dönüp okuduğunda güzel şeylerin paylaşılmış olmasını tercih ederim. Gülsün, eğlensin... en fazla hüzünlendirsin bu blog onu, üzmesin, kırmasın yeter ki...

1 Haziran 2012 Cuma

40ımdan mektup!


Hadi gözün aydın...
Geldi işte yıllardır beklediğin 40ın!
Ne beklediysen, ne umduysan ondan, şu andan itibaren 365 gün seninle artık...

Manevi anlamda hiç 39 kadar zorlu bir yaş geçirmiş miydin hatırlamıyorsun ama unutma ki; zaten yaşanan her şeyin etkisi azalıyor yıllar geçtikçe.

Yalan mı?
Geriye dönüp baktığın zaman yüzünü bile hatırlamadığın insanlar yok mu belki de bir zamanlar seni incitmiş olan... Bak “belki de incitmiş olan” dedim, çünkü o incinmenin derecesini bile hatırlamıyorsun şimdi...

Amaannn canım! Zaten sen, yaranı iyileştirmek için hafızanı bile sıfırlamış birisin...
39 yaşının izini mi silemeyeceksin!...

Geçenlerde arkadaşının yazdığı bir yazıya demedin mi: “Düşüncenin gücüne ‘yürekten’ inanıyorum ama düşüncelerime ‘yürekten’ inanamıyorum. Elbet bir gün onu da başaracağım!” diye...

Bu sensin işte! Umudunu yitirmeyen...

Hatırla!
“Ben zenginim!” diye gezdiğin günleri... Herkes güldüğü halde, vazgeçmeyişini...

İşte! Bunları tekrar yapabileceğin bir yaş var artık, bunca zamandır büyük bir heyecanla beklemiş olduğun 40ın var... tam bir sene! Kimbilir, belki daha ilk gününden başarırsın “başaramadım” dediklerini...

Aslında bütün derdin oğluna güzel bir gelecek bırakmak, ona iyi örnek olmak... ama... işte hep “ama”lar var hayatında... gittikçe çoğalan... yine de düşün ki “keşke”leri az... ya onlar da çok olsaydı?

Hadi! ümit yükle 40ına, umutlandır onu...
39unun depresifliğini at, silkelen!

Sana da bu yakışır...
Umut hep yakıştı sana...
Kime yakışmaz ki zaten...

Al şimdi başını ellerinin arasına...
Hayallerini düşün... Gerçekmiş gibi yaşa...
Yüzüne de güzel bir gülücük kondur...
Söndürme ama... Soldurma...

Güzeldir bu yaş... Olgunluğun yaşıdır, unutma...

Hadi gözün aydın...
Geldi işte yıllardır beklediğin 40ın!

Not 1 : Madem öyle, 40a özel fotoğrafım olsun burada :)...




Not 2 : Bu yaşım için iki şarkı seçtim... İlki son zamanlarda her sabah güne onunla başladığım için.
İkincisi 40 yaşıma yakıştırdığım için...





İyi dinlemeler :)

29 Mayıs 2012 Salı

Rüzgar gibi...

Tibet'le son zamanlarda aramızdaki ilişki fazla stresli...
Ne benimle yapabiliyor ne de bensiz...
Babasına fazla anlayışlı, bana ise fazla bencil...

Koltuk üstünde uyuyan babasına "Kalk, yatakta uyu!" diyemiyorum.
Anında "Bırak uyusun anne yaaa! Uzun yoldan geldi, yorgundur o şimdi!"cevabı geliyor.
Babasının arkadaşlarıyla buluşma izni var, benim yok!
Ben hastaysam ve biraz uyumak istiyorsam, taş çatlasın beş dakika sürüyor. Yanında olan babasından değil, taaa odasına ayağına çağırıp benden su isteyebiliyor mesela...

Sonra artık bireysel takılmaya başladı. Müdahale etmeye gelmiyor beyefendi hiç. Anında kendisini odaya kapatarak bizi cezalandırıyor sözüm ona...

Neyse... konuyu dallandırıp budaklandırmayayım...

Bu stresli hallerimiz dışında çok ama çok hoşuma giden bir yönü var ki, hep dua ediyorum bu özelliğini, bu inancını yitirmesin diye...

Her akşam uyumadan önce, mutlaka ama mutlaka "Melekleri"nden yardım istiyoruz.
Güzel rüyalar görsün, güzel bir uyku uyusun, sağlıklı olsun, kötülükler ona bulaşmasın, o iyi bir çocuk olsun.... vs....


Cumartesi günü kuzenimin oğlu dünyaya geldi... Rüzgar Emre aramıza katılmak için biraz acele etti. Henüz 31 aylık... Şimdi küvezde, hayata tutunmaya çalışıyor...

Dün akşam Tibet'e Rüzgar Emre'yi anlattım.
"Bu gece onun için de dua edebilir miyiz? Senin, benim desteğine ihtiyacı var." dedim...
"Tabi ki anne. Meleklerimizden yardım isteyelim ki; büyüsün, benimle oynayabilsin." dedi...

Önce kendisi için, sonra Rüzgar Emre için meleklerden, Allah'tan yardım istedik...
Annesi ve babası için de sabır, güç diledik...

Bir elin nesi var, iki elin sesi var demişler.
Siz de meleklerden yardım ister misiniz Rüzgar Emre için...
Büyüyüp, Tibet'le oynayabilsin diye...

Görsel internetten alıntıdır...

17 Mayıs 2012 Perşembe

Pamuk Prens dediğin!


Vefalıdır

Anne, ben hastayken sen bana baktın. Şimdi sen hastasın, sıra bende!
Ben sana bakacağım!
iç ses: sakın ağlama çocuğun karşısında, sakın diyorum bak!!!



Sağlığını tehlikeye atmaz

Benim yanımda sigara içmen hiç doğru değil! Başka yere gitsen çok iyi olur!!!
(açıkhavadayız diye, yanında sigara yakan arkadaşımın babasına diyor)



Trafikte saygılı olmaktan yanadır

Baba... neden öndeki arabaya korna çalıp, yol istiyorsun ki? Bu taraftan gitsene!
(yolun solunu gösteriyor)



Gerçekçidir

Dede: Görüyor musun annesi? Taaa, uzaklardan gelen uçağı gördü torunum. Maşallah, çok iyi görüyor çok!
Tibet: Tabi ki gözlüklerim sayesinde dede!


Kendini bilir

Baba: Büyüyünce ne olacaksın Tibet?
Tibet: Ne olabilirim ki baba? Tabi ki ben olacağım, BEN!!!


Kendine ayırdığı zamanların bölünmesinden hoşlanmaz

Anne, şu anda Oscar’ı seyrediyorum. Lütfen daha sonra arar mısın?
(telefon suratıma kapatıyor)



Yemeğe düşkündür

Anne: Tibet böyle yemeye devam edersen tontini bir çocuk olacaksın. Kocaman bir göbeğin olacak!
Tibet: Ama anne! Ben spor da yapıyorum...
(yere yatıp, poposunu kaldırıp indirerek güya şınav çekiyor)



Acitasyon yapmasını bilir

Anne, ben her gün meleklerimden senin erken gelmen için yardım istiyorum ama olmuyor!
(surat Küçük Emrah modunda bunu söylerken)