31 Aralık 2009 Perşembe

Mutlu Yıllar!

Bu yıl çok şeye kızdınız...
Delirdiniz...
Kırdınız...
Belki kendinizden ödün verdiniz...
Savaştınız...
Tek kaldınız...
Belki aşık oldunuz...
Belki sevildiniz...
Belki terk edildiniz...
Belki aldatılıp, belki istenmediniz...
Kimbilir...
Belki çok para kaybettiniz...
Belki işinizden oldunuz...
Belki “ne yapıyorum ben yaaa”
cümlesini art arda kurdunuz...
Her ne yaptıysanız yaptınız...

Bitti!...

Bu çok güzel bir yıl olsun tamam mı?
Buna siz gayret edin...
Gülmekten yanaklarınız çatlasın...
Paranızı koyacak cüzdan bulamayın...
Bankalar “yatırım hesabınız” için telefonunuzu çaldırsın...
Sağlık bedeninizden aksın...
Aşk kalbinizi patlatsın...
Başarılarınız dillerde dolaşsın...
Yastığa koyduğunuz kafanızda “huzur”a daha fazla yer kalsın...
(Alıntıdır)

Yeni yılınız kutlu olsun, mutlu olsun...

Bu bizim 2010 güzelliğimiz :)

http://elfyourself.jibjab.com/view/2fWS0P5rLpxNjTQ8

29 Aralık 2009 Salı

Kelebekler uçuyor etrafımda

Bir zamanlar her yılbaşı kendime yeni bir defter edinirdim.
Bazen sade, gösterişli.

Bu defterlerin ilk sayfasına o yıla anlam yükleyecek bir söz, şiir, deyim artık o dönem beni “vuran” her neyse onu yazardım. Her sene, tekrar tekrar...

Ne zaman bıraktığımı hatırlamıyorum ve neden bıraktığımı da...

Bu sene bir Kelebek hatırlattı bana tekrar...


“İşte bu!” demiş bu güzel Kelebek görünce defteri, “tam da Sibel’e göre!”

Nasıl da bilmiş...

İçine sevgisini, sıcaklığını yüklemiş, hayat doluluğunu, inancını da... Üstelik yanına çiçekler ve uğur böcekleri de kondurmuş...

Bir de Şimşek McQuin hikaye kitabı :)

O güzel kalbini hiç birşeyin, hiç kimsenin bozmasına izin verme emi Yıldızım Kelebeğim... Kanatlarındaki renkler hiç solmasın...

Şimdi “defterim” bu yılın sözünü bekliyor.
Aslında galiba belli :

Hiçbir şey tesadüf değil :)

28 Aralık 2009 Pazartesi

Anne! Git Anne!

Son zamanlarda pek birşey yazmıyorum daha doğrusu yazamıyorum farkındaysanız.

Bir süredir Tibet’le pek tanımlayamadığım bir ilişki içerisindeyiz.
Pek bir atışmaktayız ama bir o kadar da birbirimize pek bir düşkünüz...
Tarif edilemeyesi bir durum...

Olur olmaz şeylere sinirlenebiliyor, karşılığında “Anne giiittt! Anne git anne!”

Olur olmaz şeylere ağlayabiliyor, karşılığında “Anne giiittt! Anne git anne!”

Durmadan kovuyor adam beni...

Üstünü çıkarmak istiyorum, kovuluyorum. Bezini değiştirmek istiyorum, kovuluyorum. Oyun oynayalım diyorum, kovuluyorum. Oynamayalım diyorum, kovuluyorum. Ef’e kovuluyorum, püf’e kovuluyorum, ne yapayım bilmiyorum!!!

İşin ilginç olan tarafı, diyelim kovdu beni, ben de gittim yanından, yetmiyor arkamdan kovmaya devam ediyor, yetmiyor ağlamaya başlıyor o da yetmiyor susmuyor!!!

10 dakika ağlasın diye bırakıp, gidip alırsam geliyor kucağıma, bana sarılıp, başını omzuma koyup, “Anne git anne!” demeye devam ediyor ama hemen geçiyor ağlaması ve gülmeye başlıyor ama yanlışlık yapıp onu susturmaya ya da gönlünü almaya çalışırsam hemen, kıyamet kopuyor...


Yani diyeceğim o ki...

Bunlar nasıl anlatılır, kalemin ucuna nasıl düşer...

Benim kalemin ucuna ancak bu kadar düştü işte...

25 Aralık 2009 Cuma

Gülümse

Ne kadar güzel bir duygu hediye almak ve vermek...
Hediye verirken, alırken çok mutlu oluyorum ben. Karşımdaki insanın hediyesini açarken duyduğu heyecanı ben de yaşıyorum. Hele ki bir de gerçekten beğendiği birşeyi yakalamışsam, değmeyin keyfime.

Tabi ki aynı keyifi hediye aldığımda da duyuyorum.

Nitekim, dün gelen hediyelerle yine yaşadım bu keyifi mutluluğu.
Bu sefer hediyem sevgili Nurcan'dan geldi. Kendi elleriyle örmüş!

Tibet'e bir uyku arkadaşı, bana sıcacık bir atkı :) Bir de çikolata vardı ama fotoğraflayamadan yenilip, yutuldu! :P

Kardeş modellik yaptı :)

Ayrıca teşekkür etmek istiyorum Nurcan'a, uyku arkadaşının gözlerini, dudağını Tibet'e zarar verebilir endişesiyle yapıştırmamış. Çok düşünceli bir davranış, çok sağol Nurcancım :)

Tibet'in vereceği tepkiyi merak ediyordum, hani belki yüzü yok diye anlamaz dedim ama hiçte beklediğim gibi olmadı. Bir de bücüre "Nurcan ablan da görsün ne kadar sevdiğini, hadi poz ver" dedim. Aman bir pozlar, bir pozlar! Ne artistmiş benim oğlum meğer!!!

Nurcancım, bu pozlar senin için :)))))


22 Aralık 2009 Salı

Batıkan'a teşekkür

Bu hafta bizim ufaklık ananesinde ve sanırım bir süre daha orada kalması gerekecek. Ayrıntıları bir başka postta anlatırım. Bu postumuzun konusu başka...

Çoğunuz biliyorsunuz, Füsun'un ve Ebru'nun düzenlediği yılbaşı çekilişini. Ben her ikisine de katıldım. O yüzden çok güzel hediyeler almaktayım. Dün öğlen yemekten döndüğümde kocaman bir paketle karşılaştım. Sevgili Melike'den gelmiş. Paketten çıkan hediyenin haddi hesabı yoktu, hediye sayısıyla orantılı olarak benim ağızda kulaklara vardı haliyle :D

Gelen hediyelerden biri gitar çalan bir Kurbağa. Kurbağa hastası olan Beste tarafından çok kıskanıldım :P ama özellikle zürafa birçok arkadaşım ve benim favori oyuncağımız oldu. Meğer hiç büyümemişiz a dostlar. Onu devirip, devirip, sarhoş taklitleri yaptık ortada koca koca hatunlar :D Yine de mücevher kutusunun yeri ayrı, baksanıza zarafetine :)



Aslında zürafa Batıkan'dan Tibet'e hediye gelmişti, ben de akşam aldım onu ve çok hoş, çok güzel müzikli kartıyla beraber kendisine götürdüm. Verdiği tepkiler süperdi.
Batıkan'a teşekkür etmeyi de ihmal etmedi :)

Bu fotoğrafı da Tibet çekti :)

Melikecim, çok ama çok ama çooookkkk teşekkürler.
Gerçekten çok beğendim, çok mutlu ettiniz beni ve Tibet'i.
Kocaman öpücükler sana ve Batıkan'a...




Bu videoda da Tibet'in efendim deyişi var.
Canım Zeugmam bir ara çek görelim demişti, fırsattan istifade onu da çektim :)))



Bu sıralar işler çok yoğun, sanmayın ki sizi unuttum.
En kısa zamanda tekrar buralarda olacağım :)

18 Aralık 2009 Cuma

Fotoğrafçı



Hiç böyle bir sonuç beklemiyordum fotoğraf makinesini verirken...
Gelecekteki mesleği mi, hobisi mi olacak acaba?

Ev hali kusura bakmayın :)))

16 Aralık 2009 Çarşamba

Kimbırlyyyyyy!

Uzuuun zaman önce Kimbırly beni mimlemişti.
Aslında ben mim olayını çok seviyorum ama nedense son zamanlarda pek bi tembel davranıyorum bu konuda.

Uzatmadan geçeyim mime



1- En sevdiğiniz 3 çiçek ismi

Hiç düşünmemiştim sevdiğim çiçek isimlerini, kalakaldım ne yalan söyleyeyim bir an :)

• Nilüfer. Teyzemin adıdır, bir de bir arkadaşımın adıdır ki kendisi hayat dolu bir kızdır, şen kahkaları vardır. Severim o yüzden bu ismi.
• Defne çiçek ismi sınıfına girer mi bilemedim :) Çok sevdiğim isimlerdendir.
• Papatya... çiçeğin kendisini de çok severim, hiç karşılaşmadım ama karşıma Papatya isimli biri çıksa hiç düşünmeden sevebilirim :P

2- Gerçekleşmesini istediğiniz 3 hayaliniz

• Evimiz olsun, güzel bir muhitte, şöyle 3 oda 1 salon, genişçe terası olan, kullanışlı, net 100-125 m2 (teras hariç) :)))))
• Tibet’e iyi bir gelecek hazırlamak.
• Eşimle yalnız bir tatil, şöyle güzel bir tatil köyünde ya da yurtdışında.

3- En sevdiğiniz ve sevmediğiniz 3 huyunuz

• Kin tutmam, bu hem sevdiğim hem sevmediğim bir özelliktir. Severim, içimde nefret barındırmadığım için, sevmem bu yüzden herşeyi unuttuğum için :)

• Bazen çok yersiz sinirlenebiliyorum, dizginlemeye çalışsamda belli ediyorum, hem kolay sinirlenmekten hem de herşeyin yüzümden okunmasından hoşlanmıyorum. Böyle bir durumdan sonra durumu sorgulayan ve analiz eden yönümü seviyorum.

• Eskiden değil belki ama son zamanlarda daha olumlu bakmaya başladım hayata. Polyanna gibi değil, daha gerçekçi. Bu özelliğim bana keyif veriyor.

4- Gıcık olduğunuz 3 hareket

• Her olaya kendi gözlüğünden bakmak sanırım en gıcık olduğum hareketlerden biri. Empati kurmayı öğrenmemiz lazım milletçe!
• Sinirli, üzgün birini sakinleştirmeye çalışmaktansa, onun yarasına tuz basmak. Maalesef insanımızda bu çok var, “haklısın, evet senin dediğin gibi olmalıydı, vay terbiyesiz!” v.b. gibi sözlerle o insanın nefretine, sinirine bin katılıyor, üstelik üzülerek görüyorum ki bundan hoşlanılıyor.
• Durmadan şikayet etmek! Şikayet ediyorsan ortada düzeltilmesi gereken bir durum var demektir. Bunu yaparken çuvaldızı önce kendine, sonra iğneyi başkasına batırmak gerektiğini de unutmamalı.

5- Bu benim bugüne kadar olan en kara günümdü. Dünya başıma yıkıldı ve bir daha ayağa kalkamam diye düşündüğünüz olay

• Sırf bu yüzden o günü sildim... Ciddiyim, tamamen sildim!

Sürpriz

Daha dün sabah Deniz'le nasıl buluruz diye adresini araştırırken;

Ondan bilgisayarımın kelebeğine arkadaşlar geldi...

Bileğim yeşil bir melekle renklendi, yüreğim kanatlandı...


Özenle hazırlanmış bir sunum...
Kocaman sevgi dolu yürekler...

Teşekkürler... Teşekkürler... Teşekkürler...

14 Aralık 2009 Pazartesi

Taktikler

Bizim bücür büyüyüp, dillendikçe kişiliği de iyice ortaya çıkıyor.
Doğruyu söylemek gerekirse, mizah anlayışı yüksek olmakla beraber fazlasıyla uyanık bir kişilik! Adamda taktik bol keseden.

Örneklerle anlatmaya çalışayım da siz ne demek istediğimi anlayın :)

1

- Anne, oyun baa mıdır?
- Hayır oğlum yoktur!
- Bence baadır.
- Bence yoktur...
- Bence baadır.
- Hayır yoktur............
Bilgisayarı açtırmak istiyor. Bu konuşma kapıda beni karşılamasıyla başlayıp, yemek faslına geçinceye kadar devam ediyor(du).

2

- Anne, biigisayayi aç, Gö’kem’e mesaj aticam!
Bak seeen, taktik değiştirmişiz!



3

- Anane, önce şuyup? şirin bir surat ifadesiyle
Sabahları vitaminini içmeyi reddedince, annemde sütlü milka çikolatalardan almış, elinde çikolatayı tutup “önce şurup” diyor, içince çikolatadan bir parça veriyormuş. Akşam canı yeniden istemiş beyefendinin :)

4

- Yimiimi yidim anane, simdi cukulata bey!
Bu da başka bir taktik. Kendince yemekten sonra da çikolatayı kapacak!

5

- Anane, seni öpiim, bana dünyayı bey!
Babası ona dünya aldı, akşamları biz varken oynuyor. Biz gelmeden oynamak isteyince ananeye rüşvet teklif ediyor :P



6

- Anane, sen abiyi taniiysin, beni götüysene...
Benden komşuya götürmemi istedi (oğluyla oynamayı çok seviyor), ben de tanımadığımı söyledim...

Bu iki olayı hangi kategoriye ayırayım bilemedim:



- Baba, saat kaç biy oldu, uyan aytık!!!
Dürtükledi, dürtükledi, babasını uyandıramadı, söyleniyor :)



- Anane, sen lambayı yak, anne gelicek, baba gelicek...
Hava karardıktan sonra eve geldiğimizi çözmüş :)

9 Aralık 2009 Çarşamba

Görmek...Duymak...Şükretmek...

Gösterdim ! Gördü anlamına gelmez...
Söyledim ! Duydu anlamına gelmez...
Duydu ! Doğru anladı anlamına gelmez...
Anladı ! Hak verdi anlamına gelmez...
Hak verdi ! İnandı anlamına gelmez...
İnandı ! Uyguladı anlamına gelmez...
Uyguladı ! Sürdürecek anlamına gelmez...



Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa;
- Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler..

Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra;
Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten.

- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?

-Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara... Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız..

Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde fark etmiş çocuğun kör olduğunu..

Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış adamın kendisini fark ettiğini..

Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken;
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki! Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?.

Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken;
- Artık emin değilim demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür..

ALINTIDIR

Gören Gözlerimizin Mutluluğunu Sonuna Kadar Sürdürmeniz Şükretmeniz Dileğiyle

8 Aralık 2009 Salı

Mutluluk

Beklemediği bir hediye alınca mutlu olmaz mı insan?

Günü aydınlanmaz mı?

Bunları görürde sevinmez mi?


Böyle güzel insanları tanıyabildiği için kendini şanslı saymaz mı?

İyi ki bu bloğu açmışım diye düşünmez mi?

2010'un çok güzel olacağına inanmaz mı?

Geleceğe daha umutla bakmaz mı?

Ne desem, ne kadar teşekkür etsem az!

Bi'tanesin!!!

7 Aralık 2009 Pazartesi

Tanışma

Onu bloğundan sevdiğim,
tanımak istediğim kadar varmış...

Ailemize bir fert daha katıldı...


Çok mutluyum çoookkkk :D

2 Aralık 2009 Çarşamba

Real FarmVille


Facebook'ta bir FarmVille çılgınlığıdır almış başını gidiyor.
Tibetim bundan geri kalacak değildi herhalde :P
Sanalı banal buldu, gerçeğini yaptı :))))


Facebookunuz varsa bu adresten daha fazlasını görebilirsiniz.

26 Kasım 2009 Perşembe

Bayram...

Bu bayram mutlu, huzurlu, umutlu, gülyüzlü,
sağlık ve sevgi dolu olun inşallllaaahhh!!!


Bayramınız kutlu olsun :)))

25 Kasım 2009 Çarşamba

Anam! Anam!

Tibet’le bir süredir akşamları güreşiyoruz.
Evet, evet, bildiğiniz güreş! :)

Anne (veya baba) yeye otuy, seni düşüyücem”le başlıyor, yaklaşık 30 dakika 1 saat boyunca sürüyor.

Güreş sırasında, sağa sola dönüp, zorlanıyormuş gibi ak guk sesler çıkarıyoruz, arada da “Anam, anam” nidaları atıyoruz.

Bu nidanın benim dilime nerden dolandığı hakkında herhangi bir fikrim yok! Yani anlayacağınız Tibet’in diline bu lafı ben doladım :P

Geçen haftalarda dedesine gittik (eşimin amcası aslında), onunla da oynarken hadi “anam anam de bakiim, deden görsün” dedim. O sırada topla oynuyorlardı, yapacağını hiç tahmin etmemiştim...

Bir attı ki nidayı, böylesini Osmanlı döneminde yeniçeriler bile atmamıştır! :D
Seyrettikçe gülmeden duramıyorum, Tibet'in number one'ı oldu bu video bence :)))

24 Kasım 2009 Salı

7 sayısının gizemi


Stil Direktörü geçen gün bir çekiliş düzenlemişti. Naçizane ben de katıldım :)))

Çekilişin sonucunu uğurlu rakam üzerine kurmuştu. Uğurlu sayınızı belirtecek ve çoğunluğun uğurlu sayısına göre ilk yorum yazan çekilişi kazanmış olacaktı.

Çekiliş sonunda büyük çoğunluğun uğurlu sayısının (%90) "7" rakamı olduğu dikkatini çekmiş. Nedir bu rakamı uğurlu yapan demiş...

O bu soruyu sorunca (bu arada benim de uğurlu bulduğum rakam 7'dir) ben de düşündüm, neden ben 7 rakamını uğurlu kabul ettim diye... Cevabı çocukluk yıllarımda buldum (ki ben öyle pek eskileri hatırlamam)...

7 rakamıyla ilgili bilgilerimi tekrar tazeledim... Size de aktarayım istedim...

7' sayıların en kutsalıdır. İlk çağlarda bilinen beş gezegen ile Güneş ve Ay'ın toplam sayısının yedi oluşu, Tevrat'ta Tanrının evreni altı günde yaratıp yedinci gün de dinlendiğinin belirtilmesi '7' sayısına gizemli ve uğurlu bir sayı olarak bakılmasına sebep olmuştur. Göklerin yedi kat oluşuna olan inanış, müzikteki ana nota ve ana renklerin, haftanın günlerinin yedi tane oluşu, Roma'nın, İstanbul'un yedi tepe üzerinde kurulmuş olmaları, bu sayının gizemini iyice arttırmıştır.

Hafta 7 gün,
Gökkuşağı 7 renk,
Dünyanin 7 Harikası kabul görmüş,
Soyumuz 7 göbek,
Dünyada varsayılır 7 kapı,
Dünyanın etrafında 7 gezegen,
Büyük Ayı 7 yıldızlı,
İnsan 7 çakralı,
Nota sayısı 7,
İslam dininine göre Kainat 7 safhada yaratıldı,
Kabe’nin etrafı 7 kere tavaf edilir,
Manevi bilgeligin rakamı yine 7,
Katoliklerde 7 sakrament esas,
Yahudilerde Kutsal Şamdan 7 Mumlu ,
Eski Yunan Uygarığında 7 Akıllı Adam varsayılmış, (bunu ayrıca araştıracağım)
Mitolojide ise 7 esas Tanrı varsaymışlar,
Mısır’da Güneş Tanrısı RA 7 ruhlu,
Tibet’te 7 Buda,
Çin’de kutsal 7 element varmış,
Feng Shui’de iletişim sayısı 7,
Tamamlanmış olmak eşittir 7,
Afrikalıların Kwanza Bayramı 7 sembollü,
Zulu süsleri 7 renkli,
Eskimolarda Kar 7 isimli,
Hürmüz bile 7 kocalı,
Dinlenmek haftanın 7. gününde,
Çiceklerden 7 veren gül ,
7 Tepe üstünde Rio,
7 Tepe üstünde Roma,
7 Tepe üstünde İstanbul,
James Bond bile 007,
Yüzde 7 nokta (açık) var, (ağız, kulak 2, burun 2, göz 2),
Dünyada var olmuş 7 kıta,
Denizlerin figurativ sayısı 7,
Kızılderililere göre mevsimler 7 tane,
Avustralya yerlileri Aborjin ve Kulin’lere göre de mevsim 7 tane,
Tüm Japonlarda rakamların en uğurlusu 7,
Tarot falında 7 zafer,
Pamuk Prenses ve 7 cüceler,
İlkokulun başlangıcı 7 yaş,
Gökyüzü 7 kat!

23 Kasım 2009 Pazartesi

Denemeler

Enerji toplama denemeleri:

- Anne, biyas yorulmuşum!
İç ses: 15 saniye sürer mi acaba?

********************

Anneyi kafakola getirme denemeleri:

- Anne, oyun baa mı?
- Hayır Tibet, hiç heveslenme, yok bilgisayar!
- O saman, çamaşii baa mı?
- Sayende evde yıkanacak çamaşır da kalmadı oğlum!
(Çamaşır makinasını çalıştırtıp, karşısına geçip, seyretmeye bayılıyor)

********************

Anneyi yanına getirme denemeleri:

- Anneeeeee!
- Efendim?
- Seni çağiyiyooommm!
İç ses: yaaa, hiç belli olmuyor!!!

********************

Yemek yememe denemeleri:

- Anane, şimdi yemiim, boşbey!

********************

Oyun oynamaya ikna denemeleri:

- Anne, oyun oonayalim isteesen?!
İç ses: ben mi istersem, sen mi?

********************

Sesini duyurma denemeleri:

- Çocuklaaayyy, çocukklaaay! Baksanisaaa!!!
anne ve baba bilgisayarda birşeyle fazlasıyla meşguller!

********************

Yardımcı olma denemeleri:

- Bebeğim, şunu açsanaaaa!!!
anne mutfakla uğraşıyor, o da elindeki bardağı bulaşık makinesine koyacakmış!



20 Kasım 2009 Cuma

Kendi kendime...


Bu aralar biraz asabiyiz.
Erken ergenlik dönemi mi yaşıyoruz yoksa 2 yaş sendromu mu bilinmez?!

Anneyi hem reddediyoruz hem paylaşamıyoruz.
Dilinde en çok “Anne, git!” var.

Ha!
Birde kime ya da neye kızarsa kızsın, gelip bana vuruyor!
Her seferinde bu yaptığının doğru olmadığını anlatmaya çalışıyorum.
Bazı bazı sesimi de yükseltiyorum...
Ne yalan söylemeli, bazı bazı inciniyorum da...
Kapayıp kendimi kapılar ardına, bir yandan kendimi sorguluyor,
bir yandan gözlerime hakim olmaya çalışıyorum...
ama bir yandan da...
bu evde benim kadar uzak kaldığı kimse var mı bu bücürün?
Belki de onu bırakıp gitmemin hıncını çıkartıyor,
bilinmez tabii küçük kafasında neler döndürdüğü.

Hangimiz hangimizin kafasındakileri biliyoruz ki...
Kendimizinkini bile bilmezken...

Sabahları işe gidişime denk gelirse uyanışı
“Anne, çıkay üstünüü, gitmee! Amca kisay” diyor ya...

Yanlış olduğunu düşündüğüm her hareketinin arkasından
“Ben nerede yanlış yaptım?” dersem, yanlışlığa davetiye çıkartmaz mıyım?

Seni seviyorum bebeğim...

19 Kasım 2009 Perşembe

Allah'ım YAAA!!!

Şakacıktan babasına kızıyor...
Ben Tibet'ten çok eşime gülüyorum ama :P


Gerçekten kızdığı zaman bu kadar tatlı olmuyor beyefendi...
Neye kızdığını anlamadığınız gibi, üstüne dayak bile yemeniz mümkün!

18 Kasım 2009 Çarşamba

iğneyi önce kendine...





Aslında bugün çok güzel şeyler yazacaktım...

olmadı...

sonra...
neden kötü hissettiğimi yazacaktım...
kendimle hesaplaşmalarımı...

yazdım, sildim... yazdım, sildim...

dökülmedi yazıya...

şimdi; burnunda iki kırmızı noktayla,
kendimi döve seve çalışıyorum...

17 Kasım 2009 Salı

Kokulu Mim

Bu mim çok güzel kokuyor :)

Bir süre önce Gö’kem mimlemişti. Açıkçası ben en çok zorlayan mim oldu bu! Vereceğim iki cevap benim için çok klasik, herkesin tahmin edeceği kokular zaten. Gerisi çok düşündürdü beni, gerçekten nedir etkileyen diye...
Sonuç olarak varmış benim de kokularım, iyi oldu anladığım :)

Soru su, hayatınızda nerede olursanız olun iyisiyle kötüsüyle anılarınızı canlandırıveren 5 koku.

Hypnotic poison: Bu koku benim kokum, kimseye vermem! Yerine çok koku koymaya çalıştım ama ı-ıııh! Başkası beni anlatmıyor anlatamaz.
Nedense hypnotic poison deyince, yıllar önce Park Orman’da Sertap Erener ve Teoman’ın konserine gitmiştik, o aklıma gelir. Büyük ihtimalle sebebi de İtalya’ya gidecek olan bir arkadaşımdan benim için almasını istemiştim, o olabilir.
O konserde zaten sesine hayran olduğum Sertab Erener’in gerçekten ne kadar mükemmel bir yetenek olduğunu tekrar keşfetmiştim. Aşk şarkısındaki performansına hayran kalmıştım!

Yaz kokusu: Bu da neymiş demeyin, özellikle Karadenizli olan, karadenize gitmiş olanlar beni iyi anlar tahminimce. Deniz, rüzgar ve ağaç kokusunun bu kadar iç içe olduğu bir yer var mıdır bilemiyorum (sonuçta gittiğim yerlerde kısıtlı zaten, belki Fethiye’de vardır birde böylesi?).
Yaz kokusu benim için Karasu'nun kokusudur, güzel arkadaşlıkların, keyifli zamanların kokusudur.

Ananemin kokusu: Tibet’e hamileydim ananemi kaybettiğimde. Haber vermediler bana. İyi oldu belki de, hala o kendine has kokusunu duyarım ara ara... hiç gitmemiş gibi...



Aşk’ın kokusu: Bu kokuyu almamış olanınız yoktur herhalde. Karşınıza çıktığında alırsınız kokuyu ve beyninden vurulmuşa çevirir adamı. Hiç unutmuyorum eşimi gördüğüm andaki sarsıntımı :D

ve tabiki oğlumun kokusu: yok arkadaşlar böyle güzel bir koku! Bu kokunun EŞİ BENZERİ YOK!

Şimdiiii, eğer bu mim kendilerine bugüne kadar ulaşmadıysa ve tabiki yapmak isterlerse Adaşım, Deniz, Seda, Özlem ve yeni arkadaşlarımdan Füsfüs’ü bu mimi cevaplamaya davet ediyorum :)


12 Kasım 2009 Perşembe

Gecikmiş Mim

Bu ara tembelliğim üzerimde dostlar... Son günlerde girdiğim postlardan bellidir sanırım.
Bu tembellik sırasında da mimler biriktirdim... Artık cevapliim di mi? Ayıp!!! :)

Adaşım Sibel mimlemiş beni. Sibelcim, ne olur kusuruma bakma bu kadar geciktiğim için :(

Bloğuna Neden Bu İsmi Verdin?

Bloğun isminde Tibet muhakkak olsun istiyordum ama biraz farklılıkta olsun istiyordum. Sonra birdenbire aklıma geldi ve çok hoşuma gitti :)

Bloğuna Yazarken Star Tribiyle Olmazsa Olmazın Varmı?

Vallahi her gün bir post girerim arkadaş! :P
Şaka bir yana gerçekten arka arkaya birkaç post girmek nedense istemiyorum?!

En Son Satın Aldığın Garip Şey Nedir?

Son zamanlarda aklımda kalem kutu almak vardı. Aman bu çok mu garip diyeceksiniz. Tabi ki değil ama bunca zamandır hiç aklıma gelmeyen şeyin son zamanlarda bu kadar aklıma düşmesi garip! Etrafta aranırken Bestecim sürpriz yaptı bana. %100 kırmızısından almış bir tane, süper, süper, süper! :D

Şeker Gibi Olduğum Anlar?

Tibet'in bana sarıldığı anlarda,
çok keyif aldığım bir filmi seyrettiğim anlarda,
çok istediğim bir şeyi alabildiğim anda,
sevdiğim bir arkadaşımla keyifli vakit geçirdiğim anlarda,
boş boş kalabildiğim, hiçbir şey yapmadığım anlarda,
beklemediğim bir hediyeyi aldığım anlarda (en yakın örnek Kalem Kutu :D ),
eşimin durup dururken beni sevdiğini söylediği anlarda (ben dürtüklemedikçe söylemez pek :P)
sevdiğim birinin beni sıcacık sarıp sarmaladığı anlarda...

bu böyle sürüüp gidebilir :)

Arkadaşım Artık Sormayın Dediğin Şeyler

Sibelcim, elindeki iş durumun nedir?

Aynaya Baktığında Gördüğün Şey:

Kilosundan memnun olmayan ama yaş olarak bir türlü büyüyemeyen, yine de anne olmayı bir şekilde beceren bir kadın.
Bazen çok muzur, bazen çok mahmur...

Kendini Okutan Bloglar

Hergün muhakkak girip kontrol ettiğim bir sürü blog var...
Tarzları, samiyetleri beni onlara bağlı kılan.

Bu Blog Sahibesiyle Karşılaşabileceğin Yerler

Bu blog sahibesini çok ortalıkta göremezsiniz. En yoğun görebileceğiniz bölge Ortaköy ve Pangaltı-Feriköy aralığıdır. Ara ara Cevahir ve Akmerkez'de de rastlayabilirsiniz. Onun dışında çok belirsizdir :)

Şimdi eğer bu mim onlara gitmediyse ve eğer yapmak isterlerse Yıldız, Nehircce ve Pinky...
Mimledim sizi :)

11 Kasım 2009 Çarşamba

Pil

Aldığım 3 adet pille, dünyalar onun olan bir evladım var...
Ne kadar şanslıyım!

Ananeeee, baaaakkkkk! Annem pil aaamııışşş, baaakkk!!!

6 Kasım 2009 Cuma

Anne işe gidiyor...

Tibet geç uyumak için elinden geleni yapınca, sabahları erken kalkmak gibi bir durumu da olmuyor doğal olarak. Bu yüzden ben diğer anneler gibi, evden çıkarken çocuğum arkamdan ağlıyor stresi yaşamıyorum.

Tibet bu duruma gelmeden öncesinde de, yani benim onu belli saatlerde uyutabildiğim dönemlerde bile sabahları öyle erken uyandığı olmazdı pek. Uyandığı zamanlarda da değil arkamdan ağlamak, ben el sallamasını beklerken, suratıma kapıyı yediğim çok olmuştur. Anneliğin bencil yönü bu duruma çok fazla üzülürdü tabii ama makul yönü “daha ne istiyorsun, çocuğum arkamdan ağlıyor diye üzülmeyeceksin işte, fena mı?” derdi.

Beyefendi çoookk ama çoookkk uzun zamandır ilk defa bu sabah benimle uyandı. Bunun sebebi de son birkaç gündür kendisini belli saatlerde yatmaya alıştırma alıştırmaları yapmam. Yani öyle sanıyorum :)

Hal böyle olunca, benim işe gitmemle ilgili bazı diyaloglar yaşadık :

• Anne, sen ise gitmeee, beyabey oynayalim...

• Anane, sen git ise, annem gitmesin...

• Anne, beni babama götüy (götürülür)
Anne, beni odaya götüy (götürülür)
Anne, pitsayada uyun baa mıdır?
Anne gigi silm açalim mi?
Anne su bey!
Anne süt bey!
(anne gitmesin diye oyalama taktikleri)

• Anne, ise gitme, amca kisay!
(galiba gittiğimiz bir yerde birşeyi yapmasın diye böyle söyledik. Bir süredir birşeyi yapmamızı istemediği zaman “onu yapma, amca kisay” diyor.)



Bunun dışında güldüren birkaç diyalog daha var.

Akşamları eve geldiğimde beni kapıda karşılar. Bende her akşam onu görünce “Hey beybi! Ne yapıyorsun bakalım” derim. Bir akşam mutfakta ortalığı toparlıyorum. Yan gözle geldiğini gördüm, durdu kapıdan beni seyrediyor. Bir süre sesi çıkmayınca döndüm, baktım, şöyle bir tepkiyle karşılaştım :

Hey beybi! Yaapiyosuun?

Geçenlerde babası anredeki komidinin üstüne bazı eşyalarını koyuyordu (ya da alıyordu). Babasına şöyle bir soru yöneltti :

Baba, hayiydiy?!

Yine birkaç akşam önce, odada oynaşıyoruz. Kalktı, elimden tuttu, babasının odasına gittik, babası bilgisayarın başında tabiki :

Baba kalk!
Niye?
Anneynen ben otuucaz! Siya bizde!!!
Sanırsınız her akşam böyle bir sıraya koyduk bilgisayarı :)

Bir de birşeyin nerede olduğunu sorduğunuz zaman "Oydadiy" cevabı veriyor.

Sevgiliyle bu aralar telefonlarımızı birbirimize "Nerdedir?" (arayan),
"Ordadır" (cevaplayan) diye açıyoruz :P

3 Kasım 2009 Salı

Tut şu Sibel'i!

Sonra yaparım, sonra yaparım diye diye, bir sürü mim biriktirdim. Açıkçası bazılarını kopya çekmek için beklettim, doğruya doğru :P

İlk önce Marjo’nun miminden başlıyorum çünkü ilk ondan almıştım.

Demişki Marjo, içindeki kadınları anlat!

Zor iş! Kafamın içinde gezinen kadınların etekleri birbirine değmiyor. Heleki şu son zamanlarda tam dipsiz kuyu misali, elini atsan bir başka tiplemeye denk gelir inanmazsınız! Yine de bariz BEN olanlar var tabii.

Tembel Sibel : Bu hatunun, ev işiyle, yemekle uzaktan yakından alakası yoktur. Varsa yoksa, yaysın, yatsın, kimse ona bulaşmasın, canı isterse kitap okusun, istemezse film seyretsin o da olmazsa müzikle idare etsin ister. Bu arada da sürekli yatıyor olsun ama hiç kilo almasın derdindedir (10 kilo fazlasının farkında değilmiş gibi davranır). Bir de pasaklıdır ki haspam, hiç bulaşmak istemezsiniz!!!

Çalışkan Sibel : Bu da ayrı bir manyaktır. Evinde bu kadar tembel olan psikopatın, işyerinde niye bu kadar çalışma delisi olduğu ayrı bir tez konusudur. Daya işi, çalışsın! Milletin artıklarını da ver üstüne, gece ikiymiş, sabah olmuş anlamaz bile. Allah’tan bir çocuk sahibi oldu da biraz ayıktı! Ayıktı da ne oldu derseniz, bir değişiklik yok aslında, sadece şikayet etmeye başladı, onu da marifet sayıyor işte cins midir nedir?!

Korkak Sibel : Buna yazık yaa! Vallahi üzülüyorum. Şu korkaklığı yüzünden neleri teptim hayatımda diye sorgular durur kendini. Yok efendim babası onu konservatuara göndermek istemişte o da kazanamam diye korkmuş! Yok efendim, düz liseye giderse başarılı olamazmış belki diye hani başarılı olacağı kesin olan meslek lisesine gitmişmişte niye öyle yapmışmış, yok efendim sınavı kazanamam diye üniversiteye gitmemişmişte, deneseymiş ne olurmuş, amma da korkakmışmış... ay bitmez bunun derdi! Nasıl becermişte kocasıyla ilk konuşmayı o yapmış, şaşırıyorum vallahi!!!

Spiritüel Sibel : Bak bu hatunu takdir ediyorum. Bu hayatın bir anlamı olmalı, öyle gel gitle bitecek iş değil diyenlerdendir. Severim öyle tipleri :) Sorgular, araştırır, eğrisini doğrusunu bulmaya çalışır, doğru olduğuna inandığını yapmaya çalışır. Melek değildir elbet onun da yanlışları vardır ama hayatındaki eksileri artıya dönüştürmeye çalışır en azından. Çevresinde bu özelliklerini pekiştiren bir arkadaş grubu vardır, birbirlerini sorgularlar, tartışırlar, destek olmaya çalışırlar. Misal şimdi hep beraber bilinçaltını temizlemek, çocuklarına, yeni nesile temiz bir gelecek vermek için rüyalarını analiz etme eğitimleri almaktadırlar ki gerçekten süper bir çabadır :D
Üstelik kendisinin bir de yol arkadaşı vardır, onun da bu Sibel'e katkısı inanılmazdır!

Anne Sibel : Anne olduğuna hem inanamaz, hem de anne olmakla gurur duyar. Çocuğuna karşı büyük bir sorumluluk duymaktadır. Onun birey olmasındaki en önemli yapı taşlarından biri olduğunu bilmek onu az birazdan çok ürkütür. Onun eğitimiyle ilgili yaptığı yanlışları öğrendikçe panik olur! Bu yüzden spiritüel Sibel’le ortaklaşa bir hayat sürerler. Aslında spiritüel Sibel’in çabasının en en önemli sebebi Anne Sibel olabilmektir! Ne diyeyim, yolları açık olsun!


Paslamayacağımı sandıysanız yanıldınız! :D

İkiz Bebek, Dijle, Eylem, Elif, Ada (başka türlü bloğuna hareket gelmiyecek, bari bir katkım olsun :P)

2 Kasım 2009 Pazartesi

Kim demiş?!

Meğer oğlum da evini, annesini, babasını özlermiş.

Hem de öyle bir özlermiş ki, hasta olup, milleti korkutup,
apar topar kendini İstanbul'a getirtecek kadar...

Bir de "Bu çocuk bizsiz de yapabiliyor" diyorduk...

Bir daha diyenin...!!!

27 Ekim 2009 Salı

Alone...

Sevgili memlekette, oğul ananesiyle şehir dışında gezmede...


Sibel şarkıda, filmde, özlemde, hayallerde,
rüyalarda, içinde, kendisiyle.....


22 Ekim 2009 Perşembe

Dilim bi papuç!

Tibet Bey konuşmaya başladı başlayalı pek bi inciler saçmaya başladı. Maşallah gevezenin önde gideni :)

  • Dolaşmaya çıkıyoruz, sürekli konuşuyor. Anlatıyor da duruyor birşeyler. Sürekli soru soruyor, en sevdiği soru “Anne yaapiiyosun?”, babasıyla bir aradaysak hemen arkasından da babasına soruyor “Baba yaapiiyosun?”. Bir diğeri de “Bu ne?”.
  • Bir papağan gibi söylenen her cümlenin son bir ya da iki kelimesini tekrar ediyor. Bazen bir kelimeyi ya da cümleyi sürekli tekrarladığı oluyor. Mesela geçen gün, ne olduğunu hatırlamıyorum ama yaklaşık 10-15 dakika boyunca durup durup “Anne, bak! Gene çıktı bak!” dedi. Ben de 10-15 kere “Evet, oğlum gene çıktı” dedim :)
  • Araba hastalığı hala devam etmekte. Geçenlerde teyzesi, ben ve Tibet alışverişe çıktık. Yanyana üç mağazanın olduğu bir yerdeydik. Kardeşim mağazalara girdi, biz de Tibet’le arabada oyalanıyorduk. Sonra çıkmak istedi, teyzesinin hangi mağazada olduğuna dikkat etmediğim için girdik bir tanesine. Girince mağaza çalışanı karşıladı bizi. Tibet’e “Hoşgeldin” dedi, bizimki de “Ayaba baamı?” (araba var mı?) diye sordu. Nereden aklına geldiyse :D
  • Anneme gittiğimiz bir hafta sonu, Taç mağazasının önünden geçiyorduk. Güneş içerideki malları etkilemesin diye tüllerini diz hizasının biraz altına indirmişler. Doğal olarak birşey görünmüyor. Bizim ki “Anne, simsek mokui, anneee, simsek mokui” diye zıplamaya başladı. Bakıyorum, birşey yok. Nerede diyorum, eğildi tülün aşağısına gösteriyor! Oğlum tamam küçüksün de orayı senin bile görmen zor, nasıl ilişti gözüne, anlamadım ki?! Yatağına alıştırmak için öyle bir niyetim vardı neyseki, girip, Şimşek MacQuin’li bir nevresim takımı aldık, çıktık :)
  • Uyku sorunumuz malum... Yine yatırmak için bin takla atıyoruz. Dün akşam “hadi oğlum, yatıyoruz artık” dedim. “Anne, du, saate bakiim” dedi. Gitti, antredeki saate baktı, geldi “Anneee, saat 1 oomuş” dedi. “Oooo, çok geç olmuş! Yatalım bir an önce o zaman” dedim, koşa koşa gitti yattı! :D
  • Yapmasına izin vermeyeceğimiz şeyleri biliyor. Buna rağmen yapıyorsa “Anne, ben yaapiiyoom?” diye soruyor. Uyanık, sevimli görünüp, izin vereceğimizi düşünüyor herhalde. Geçen gün babasının evrak dolabını karıştırıyordu, döndü sordu :
- Anne ben yaapiiyoom?
- Oğlum, biliyorsun baban kızıyor, babandan izin aldın mı orayı karıştırmak için?
- Baba, ben yaapiiyoom?
- Ne yapıyorsun?
- Kaşittiyiyom!!!

  • Kendisine bir soru sorup, devamında “oldu mu?” diye bitiriyorsanız ve işine gelmeyen bir soruysa bu “oldu mu diil” (olmadı) diye cevap veriyor.

Ve benim son HİTim :)

- Tibeeet!
- Eşendiiimmm
- Gelir misin yanıma?
- Baba, bi takka! İşim vaaayy!!!

19 Ekim 2009 Pazartesi

Wall E

Önceki birkaç postta söylemiştim. Tibet uyumadan önce çizgi film izlemek istiyor (hatta annemi ya da beni çok bunalttığı bazı gündüzler de). Bu benim gibi çizgi film sever bir anne için sevindirici bir durum. Bazı bazı acaba yanlış mı yapıyorum diye düşündürse de, bir yandan da oğlumun özellikle dil gelişimini desteklediğine şahit oluyorum, o zaman da bu kadarı da olsun canım diyorum kendi kendime.

Başlangıç olarak 3 tane çizgi film aldım:
Özge’nin tavsiyesiyle “Arabalar (Cars)”, Madagaskar ve Wall E.

Tibet ilk başta hiç biriyle ilgilenmedi. Buna üzüldüm açıkçası, birincisi; dediğim gibi ben çizgi filmlere bayılırım (şu vurdulu kırdılı, uçan kaçan japon filmler hariç) o yüzden onun ilgilenmemesine üzüldüm, ikincisi; Tibet çok sevimli bir çocuk olsa da bazen onun şöyle bir oturmasını istediğiniz zamanlar olacak kadar hareketli ve hatta bazı bazı çok aksi bir çocuk. Sonuçta onun oturması ve uyuması, sizin dinlenmeniz anlamına geliyor. Çok bencilce görünüyor bu yazdıklarım farkındayım ama ne yazık ki durum bu :(

Daha sonra “Arabalar” çizgi filmini izlemek istedi, o kadar sevdiki yaklaşık 1,5-2 ay sadece Arabalar'ı izledi. Hatta bu sevginin sonucu evimiz bilumum Arabalar kahramanlarının maketleriyle doldu taştı :) Sonra Madagaskar ve Wall E dönemi başladı. Madagaskar “Arabalar”ın yerini alamadı ama Wall E aldı.

Wall E’yi daha önce seyretmemiştim. Seyrettikçe Tibet’in bu seçimi beni çok mutlu etti.

Wall E bana sorarsanız, iki farklı kuşağa iki farklı anlatım içeriyor.

Yetişkinlere yönelik anlatımı buradan okuyabilirsiniz, ondan daha iyi anlatamam. Çocukların gözünden ise bir robotun aşkını izliyorsunuz ve bu aşk o kadar güzel dile getirilmişki, filmden büyük keyif alıyorsunuz.


Kısaca konusu ise şöyle : İnsanlık tüketim çılgınlığına fazlasıyla kapılmış, bu yüzden dünyayı çöplüğe çevirmiş ve yaşanmaz hale getirmiştir. BNL firmasının son teknoloji uzay araçlarıyla dünyayı geçici bir süre (aslında hiçde geçici olmadığını izlerken öğreniyorsunuz) terketmek durumunda kalmıştır. Geride kapatılmamış bir tek robot kalmıştır. Wall E.

Wall E çöp toplama robotudur, dünyada kaldığı 700 yıl boyunca bir kişiliği oluşmuştur. Akşamları seyrettiği aşk filmlerinden etkilenip, aşık olmak, ele tutuşmak hayalleri kurar.

Birgün, günlük çöp toplama işini yaparken bir uzay gemisi gelir ve gemiden Eve iner. Eve dünyaya, dünyada tekrar fotosentez üreten bir tür gelişip gelişmediğini araştırmaya gelen gelişmiş bir robottur. Tahmin ettiğiniz üzere bizim Wall E, Eve’e aşık olur :)

Gerisini anlatmayayım, seyretmediyseniz mutlaka seyredin derim ve çocuğunuza da izletin, kesinlikle tavsiye ederim...

Duvar kağıdı Wal E’nin orjinal sitesinden alınmıştır.
http://adisney.go.com/disneyvideos/animatedfilms/wall-e/

15 Ekim 2009 Perşembe

Sibel + Tibet = Sibet!

Dün adaşım Sibel’in postunu okuyunca aklıma geldi. Konulan isimlere verilen tepkiler... ve lakaplar...

Misal bana 37 yıllık yaşantım boyunca bilumum lakaplarla hitap edilmiştir.

Çocukluk yıllarımda en popüler lakabım Sibob’tu. Tahmin edeceğiniz üzere sinir olurdum. Yapacak birşey yoktu, çocukluk yıllarında sen ne kadar sinir olursan o kadar çok üstüne gelindiği için umursamıyormuş gibi davranmak en iyisiydi, neticede bitti :)

Sonra Sibo gelirki; Sibo’nun bilumum versiyonlarıyla karşılaşmışımdır. Zibo gibi mesela... ama en feci versiyonu Zibombom’dur ki, zıvanadan çıkmama sebep olmuştur!

Şimdilerde en popüleri (bununla her Sibel karşılaşıyor sanırım) SibelCan...
SibelCan lakabı aslında sinir olacağım bir lakap değil, ne güzel işte birileri sana “Can” demiş ama Sibel Can’la eşleştirilmesine gıcığım!

Gelelim Tibet’e :)

Öncelikle Tibet ismini koymaya karar verdiğimizde eşimi bilmiyorum ama ben çevremden çok güzel tepkiler aldım. Bu beni çok sevindirdi doğal olarak ama ben Karadenizliyim arkadaşlar, memlekete gidince aynı beğeniyle karşılaştığımı söyleyemeyeceğim :P

- Aman aman maşallah, ismini ne koydunuz?
- Tibet
- Ayy, ne tuhaf isim! Benim aklıma Pipet gelir!
- !!!???@#!!!

*************

- İsmini ne koydunuz?
- Tibet
- Ayyy, ona büyüyünce YAK derler ama!
iç ses : Ben seni duvara yapıştırınca da sana SİNEK derler ama!!!

*************

- Canım beniim, ismi ne annesi?
- Tibet
- Aaa, ülke ismi mi koydunuz?
- Uygun bir şehir ismi bulamadık işte, ne yapalım! @ #!!!

*************

- İsmin ne bakiim senin?
- Tibet :)
- Haaa, Kartal Tibet diyosun yaniii
- Yooo, demiyorum!!!

*************

- Ay maşallah canım yaaa, ismi ne?
- Tibet
- Anladııım, Kartal Tibet olayı. İkinci olursa ne koyacaksınız, Kartal mı Tarkan’mı?
- Kurt koyalım diyoruz, hatta ilk ismi Atıl olsun tam olsun! Ne dersin?
- Aaaa, iyi fikir valla!
iç ses: Allah’ım sen bana sabır ihsan eyle!

Bütün bunlar bir tarafa yakın bir arkadaşımın annesiyle bir diyaloğumuz vardır ki bu diyalog diğerlerinin hepsine taş çıkarmıştır!

- İsmini ne koydunuz Sibel?
- Tibet koyduk Ayşe anne.
- O ne biçim isim öyle, teleffuz edemem ben onu!
İç ses : Sibel’im sakin ol! büyüğün o senin, sus!!!
- Başka isim yok muydu?
- Biz çok beğendik Ayşe anne, anlamı Yüksek Yer demekmiş eski Türkçe’de. Hem çok merak ettiğimiz bir ülkenin ismi.
- Onu koyana kadar Sibet koysaydınız ya!
- Nasıl?!
- Senin adın Sibel, onun ki de Sibet olsaydı, hem uyumlu olurdu.
- !!!???
iç ses : pes ettim!

13 Ekim 2009 Salı

Şans için...

Bugünlerde çok heyecanlıyız. Ailece. İçimiz kıpır kıpır.

Olmasını beklediğimiz birşey var hayatımızda...
Ne olduğunu şimdilik sormayın. Zaten olunca söyleyeceğim.

Hayatımın böyle dönemlerinde, kendime şans getirmesi için bir takı alırım.
Bu kimi zaman yüzük, kimi zaman küpe, kimi zaman da kolye olur. Genelde görünce işte bu derim.

Bu seferki bileklik.


Dün öğle yemeğinde Beste ve İrem'leydik. Ortaköy'de hala 1-2 tezgah var. Dolaşırken gördüm bu bilekliği. Görür görmez aşık oldum. Bana şans getireceğine inandım.

Bestecim canım, ne kadar beğendiğimi görünce "ben hediye edeyim, bu benim şans dileğim olsun sana" deyip aldı. İrem'de şans diledi...

İlk şans dileği (tabi ki aile çevremden sonra) Canımsan'dan (kendisine kıpır kıpır olduğumdan bahsetmiştim), Beste'den ve İrem'den gelmiş oldu böylece...

Umarım güzel haberler alırız, en kısa zamanda, hayırlısıyla.

Sizler de şans dileyin, olur mu? :)))))

9 Ekim 2009 Cuma

Kanka ile diyalog

S – Buluşmayı bugüne alalım mı? Kardeşin izin günü, onun da seni göresi var.

K – Olur valla, ben de bu akşam Dost’la görüşecektim, bir Dvd alıcam, bir kitap vericem...

S – Hee iyi, ben de görmüş olurum, benim yaşgünümden beri görmemiştim.

K – (Aynı anda konuşmasına devam ediyor) ...hem içicez bişeyler.

S – .... Niye bunu en son söyledin?

K - ?! neyi en son söyledim?

S – İçmek kısmını?

K – Nasıl yani?

S – Şu konuşmada söylemek gereken ilk şey buydu! Ramazan felan derken bayadır içmiyorum. Bu kadar içesi olan birine bunu en son söylemen çok yaralayıcı oldu, çok incindim!!!

K - ?!.....

S - .....

K – Manyaksın kızım sen!

S – ehehehuhiheh....



Hep Tibet diyalogları dinlicek diilsiniz ya! :P

8 Ekim 2009 Perşembe

Bellek Kutusu bizi yarışmacı yaptı!

Bellek Kutusu'nun şu postunda verdiği bilgi sonucu, neden olmasın deyip, Tibet'in fotoğraflarını yarışma için gönderdim. Artık Tibet'te "GAP Çocuğu Adayı" :)

Hadi hayırlısı...

Oylarınızı bekleriz, hatta arkadaşlarınıza da haber verin :P ve unutmayın hergün yeniden oy verebiliyorsunuz :D


Kutucum, çok teşekkürler :)

oy vermek için siteye üye olmanız gerekiyor

7 Ekim 2009 Çarşamba

Tibet futbol oynarsa...

Dün gündüz, annem 2 saat uğraşmasına rağmen, yine uyumak istememiş...

Ben eve gittikten yarım saat 45 dakika sonra uyuyakaldı ve 23.00'te uyandı.

Ben babasına bırakıp yattım ama o beni uyutmadı.
Kalktım, onunla oyalandım, ikili koltukta onu uyutmaya çalıştım ama ben uyuyakaldım... O kimbilir yanımda nasıl oyalandı, kaçta uyudu?

Babası mı? Ben kalkınca o yatmıştı zaten...



Bebeğim, hep böyle gül, hep böyle hayat dolu ol.
Enerjini hiçbir şeyin tüketmesine izin verme olur mu? :)

(Burada sana herhangi bir dokundurma yok, gayet içten sözler bunlar :))) )

6 Ekim 2009 Salı

Büyük Laflar!

Kelebeklerle tanışmak istiyorsam, bir iki tırtıla katlanmayı öğrenmek zorundayım.

Küçük Prens

5 Ekim 2009 Pazartesi

Tatil incileri

Tatilimizi hasta olarak tamamlasakta, nihayetinde tatil işte :) işten bir hafta bile olsa uzak olmak, ruhen iyi geliyor insana :P

Bu tatil Tibet’in yanında olmak, onun gelişimini görmek anlamında benim için iyi oldu. Oğlumun ne kadar çenebaz, ne kadar oyunbaz, ne kadar asi, ne kadar sevgi dolu ve ne kadar hazırcevap olduğunu görmüş oldum.

Biraz biliyorsunuz, aslında Adapazarı’na gitmekti niyetimiz.
Tibet bayram ertesi annemdeydi. Ben Cumartesi anneme geçtim, Pazar günü de Ada’ya geçecektik. Büyük teyzem ve eniştem Tibet’i çok özlemişlerdi. Tibet onları oyun arkadaşı kabul ettiğinden, sayelerinde dinlenmem de mümkün olacaktı :) Cumartesi akşamı eniştemin eniştesinin vefat haberi gelince, gidişimizi Çarşamba’ya erteledik. Üstüne de hastalıklar eklenince gidemedik. Tatilimizi annemde geçirdik :)

Tatil boyunca kendisiyle bol bol kavga ettik. Birbirimize bol bol sevgi gösterdik. Babamızı çok özleyip, sayıkladık ve bir sürü inci saçtık.

İncilerimizden önce sözlüğümüze yeni eklenenler :)

Süpürek : Süpürge (artık süpüge diyor)
Pistik : Fıstık
İkayı : Yukarı
İkala : Yakala
İkanayim : Yıkanayım
Ayabakı : Ayakkabı
Bakça : Başka



İncilerimizden örnekler de şöyle :)

*****
- Güneeeyyyy, kizzss! Işıyı aç!

Bahsi geçen Güner benim teyzem olmakta...

*****
- Yeebi! Bibet’in ayabayı götüüdün!?

Aşağıda arabanın olmadığını farkediyor. Ananesinden dedesinin (ismi Vehbi) arabayla işe gittiğini öğreniyor. Arattırıp, kendisinden niye götürdüğüne dair hesap soruyor...
Babamın arabasını fena sahiplenmiş durumda!!!


*****
- Anneee! Anneeeee!!!!
Anne elindekiyle oğlunu duyduğunun farkına varamayacak kadar meşgul o anda o yüzden cevap vermiyor.

- Şibeeeelll, Şibel!!!!!!!

İç ses : Sibel dedi di mi???!!!

*****
Elinde telefon annesine geliyor :
- Anne, Şuşopa’yı ayasana
- Arayayım bebeğim, ne diyeceksin babana?
- Anne, aya, koşunayım!
- İyi bakalım, arayayım da ne konuşacaksın ben de duyayım :D

Şuşopa : Mustafa

*****
Geceleri annemde beraber yattık doğal olarak. Hasta olduğunun ilk gecesiydi sanırım. Bana doğru arkasını döndü, iyice bana sokuldu ve lafı patlattı :

- Şibel, sayıl!

İç ses : Ben sana sarılmayayım da kimi sarıp, sarmalayayım! :D

*****
Bir akşam ananesinin bazı işleri için dışarı çıktık üçümüz. Tibet arabada ananesiyle beklerken ben işleri hallettim. O arada da küçük bey direksiyona geçiyordu ben gelene kadar. Neyse, geldim arabaya. Beyfendi hemen arkaya geçmek istemedi, ben de elimdekileri toparlamaya çalıştığım için önemsemedim.

- Anne
- Efendim
- Ayabayı çatıştıt!
- Niyeymiş o?
- Ben kuyyanayım!

İç ses : Şaka di mi?

1 Ekim 2009 Perşembe

Çok hastayız :(

Bu hafta tatildeyiz...

Pazar günü benim büyük teyzem, Tibet'in koca annesine Sakarya'ya gidecektik. Sonra bazı aksilikler oldu, gidişi Çarşamba'ya erteledik. Pazartesi gecesi Tibet'in rahat nefes alamadığını farkettim. Salı günü oğlum, salya sümük vaziyette ve her zaman olduğu halinden daha durgun, hastalandı. Ertesi günü ayaklandı. Sadece burnu akıyor o kadar... O kadar dolu enerjisi varki, hastalık bile dur diyemiyor ona...Eh, annesi olarak oğlumu yalnız bırakacak değildim elbette, ertesi günü ben de hastalandim. Hemde öyle böyle değil, kafamı dahi kaldıramaz halde, tir tir titrer vaziyette... Bugün biraz ayaklandim... Sakarya'ya gidişi tümüyle erteledik anlayacağınız...


Ne diyordum...

Biz tatildeyiz... :(

25 Eylül 2009 Cuma

Alışkanlıklar




Tibet’in hayatında artık yapmaktan zevk aldığı bazı alışkanlıklar oluştu.
Bunları şu başlıklar altında toplayabiliriz :






Gö’kem aç!


Geçenlerde Görkem bir postunda sinirli olduğundan bahsetmişti. O gün evde Tibet’le oynarken, aklıma Görkem’e sinirini biraz unutturacağını düşündüğüm bir sürpriz yapmak geçti ve Tibet’le Görkem için küçük bir video çektik. Bu çekimden sonra Tibet aklına geldikçe “Anne Gö’kem aç!” diyor. Bendeniz makinada birşey tutmayı sevmediğimden her defasında yeniden çekiyoruz ve tekrar tekrar seyrediyoruz.

Anlayacağınız Tibet’in yaptıklarını anlattığı bir “Gö’kem günlüğü” var artık ☺

Bess’te

Arkadaşım Beste İtalya tatilinden Tibet’e bir araba getirdi. Yeşil üstü açık güzel bir araba. Şarkı söylüyor ve bir yandan hareket ediyor, kapıları açılıyor falan. Tibet bu arabayı çok sevdi. Bir süre sonra işten eve geldiğim her akşam beni “Anne, Bess’te neede?” diye sorarak karşılamaya başladı. Bir süre sonra babasına “Baba Bess’te alalim” demeye başladı. Buradan aslında “Bess’te”nin arabaya takılmış bir isim olduğunu anlamış olduk.

Bu araba çok sevildiği için tabiki çabuk kırıldı. Bizimki de sık sık “Bess’te” sayıklamaya başladı. Bayram haftası tesadüfen aynı arabayı gördük bir satıcıda. Çok sevindi görünce. Arabayı kim aldı diye sorunca da “Bess’te aadi!” diye cevap verdi.

Yani arabanın adı da, alan da “Bess’te”

Babık

Arkadaşım Nuriye’nin Tibet’e yaşgününde aldığı kova takımı var. Bu takımın bir de taşıyıcısı var. Bir akşam bu taşıyıcıyı aldı, “satiioom” diye ortada dolanmaya başladı!? “Ne satıyorsun” diye sorduk. Bir an düşündü sonra “Babık” (balık) diye cevap verdi. “Kilosu kaç para?” diye sorduk “üüç para” dedi. “tamam, ver bakalım bir kilo balık” dedik. Veriyormuş gibi yaptı. Sanki para veriyormuş gibi yaptık, parasını cebine koyar gibi yaptı, güya yiyormuş gibi yaptık, ona da ikram ettik, güya yiyormuş gibi yaptı. “Bitti” dedik, satmak için tekrar bağırmaya başladı...

Bu böyle hemen hemen her akşam tekrarlanıyor ☺

Simsek Makui!

Ben şu yaşımda hala çizgi film seyretmeye bayılan bir kişiliğim! Tibet çizgi film seyretmiyor diye üzülüyordum. Özle oğlu Ali Ömer'in “Arabalar” çizgi filmini çok sevdiğini söyledi ve onu almamı önerdi. Ben de aldım...
Şimdi hayatımız “Simsek Makui” oldu!!!

“Annee, ababa aaçç!”, “Anneee, bak! Simsek Makui!”, “Anneee, Meytıy didio baaakkk!” “Anneee, Simsek Makui alaliimmm! (Şimşek MacQuin’in olduğu halıyı görünce, taban kısmı araba şeklinde yapılmış botu görünce, kırmızı oyuncak araba görünce, araba yatak görünce!!!!)

Halt etmişim!!!

23 Eylül 2009 Çarşamba

Uyuyamadım!

Çevremdeki arkadaşlarım bilirler, Tibet’in doğumuyla hayatımda birçok değişiklik oldu. Bu sadece anne olmak ve onun getirdiği güzellik ve zorluklarla ilgili değişiklikler değil. Bir nevi Tibet’le birlikte yeniden doğuş diyebiliriz. En azından kendini yenileme...

Tibet’in doğumuyla birlikte beni “ona iyi, örnek bir anne olabilmek” telaşı sardı. Yıllarca, uzaktan izlediğim, sadece okuyup, “evet, çok doğru” dediğim kişisel gelişim benim için elzem oldu. Okudum, okudum, araştırdım, sabah akşam zikirler yaptım, seminerlere gittim... En sonunda hayata daha olumlu bakmak için, sabretmeyi öğrenmek için kendime bir yol arkadaşı edindim. Bu süreç hala devam ediyor ve devam edecek. Öğrencilik hiç bitmez. Umuyorum ki bu çabalarım yerini bulur.

Ne yazık ki bazen, tüm bu didinmelerimi unutabildiğim şeyler yaşanabiliyor Tibet’le aramızda ve ben zıvanadan çıkmış bir anneye dönebiliyorum Pazartesi akşamı olduğu gibi :(

Pazartesi akşamı Tibet’in tüm huysuzluğu, tüm inatçılığı üstündeydi. Neye yapma desem inadına yaptı, ben izin vermeyip, istediği şeyden uzaklaştırdıkça da avazı çıktığı kadar ağladı. Pazartesi akşamı yatağa girdiğimde benim de onun da saçlarımız sinirden tavana vurmuş haldeydi.

Bilgisayarı karıştırmak istedi, ben izin vermedim, o ağladı.
Buzdolabını, mutfak dolaplarını karıştırmak istedi, ben izin vermedim, o ağladı.
Erken bir saatte çizgi film seyretmek istedi, ben izin vermedim, o ağladı.
Uyumak istemedi, uyuması için direttim, ağladı.

Uyudu, odaya götürdüm, gece süt için uyandı, salona gitmek istedi. Gecenin o saati savaşacak halim olmadığı için salona gittik, ikili koltukta uyuduk. Sabah 6 civarı tekrar uyandı ve süt istedi. Ben “ne zaman gece sütünden vazgeçeceksin, ne zaman kendi yatağında yatacaksın, ben ne zaman kesintisiz bir uyku uyuyabileceğim” diye, söylene söylene sütünü hazırladım. Sonra annemden Tibet’in yanına geçmesini istedim 1 saat bile olsa kendi yatağımda uyuyabilmek için. Yatağıma giderken havanın tekrar yağmur yüklü olduğu dikkatimi çekti.

Yattım.

Aklıma çocuğunu sele kaptıran anne geldi...

Bir an onun yerine koydum kendimi.
Beynim uyuştu, kalbim ağrıdı.
O an onun yaşadığı tüm pişmanlıkları yaşadım. Yapmasına izin vermediği için, çocuğunun gözünden akan her damla yaş için kendini nasıl suçladığını...
İnsan böyle bir acıya nasıl dayanır? (Zaten kalp krizi geçirmiş ve kendine geldikçe sürekli uyutuyorlarmış)
Düşüncesi bile korkunç!

Sonra Tibet’le akşam yaşadıklarıma döndüm. Yapmasına izin vermediğim herşey için, döktüğü gözyaşına...

“Hangisi önemli” diye sordum kendime.

Bilgisayarı kurcaladığı, kurcaladığı sırada belki 1-2 programa zarar vermesi ya da bir iki belgeyi silmesi mi, bilgisayarı karıştırırken sanki çok önemli birşey yapıyormuş edasıyla heyecanlanması mı?
Biraz oynamasına izin verip, sonra dikkatini başka bir yöne çekemez miydim?

Mutfak dolaplarını ve buzdolabını boşaltırken takındığı ciddi tavır, tekrar yerlerine koymak için sarfettiği çabayı izlemek mi, yoksa belki de kırılması ya da dökülmesi olası bir iki tabak mı?
Başında durup, kendini incitecek birşey yapmasını önleyemez miydim?

Ne olurdu çizgi filmini daha erken saatte seyretse? Hatta iki kere üst üste seyretse? O filmi izlerken replikleri tekrar etmeye çalışması, bazı sahnelerde kıkırdaması, bazı sahnelerde “anne bak, gidioooo” diyerek heyecanını benimle paylaşması mı yoksa “günde bir saatten fazla tv izlettirmem ben arkadaş” diyen kuralcı anne olmak mı?

Sabahtan akşama senin yolunu gözlemiş olan çocuğunun, sırf seninle vakit geçirmek için uyumak istememesi, seninle oynadıkça mutlu olması, mutluluğunu öpücüklerle, kucaklamalarla göstermesi mi daha önemli, yoksa çocukların 20.30-21.00’de yatmaları gerektiğini söyleyenler mi?
Onlar, çocuğunun seninle bir saat fazla zaman geçirdiğinde ne kadar mutlu olduğunu görüyorlar mı beyanat verdikleri yerden?

Ne olur gece iki kere süt için uyansa? Alışkanlıksa alışkanlık! Bizim alışkanlıklarımız yok mu hiç? Elime mi yapışıyor, bir saat az uyku benim hayatımdan neyi eksiltiyor?

Varsın yatağında uyumasın, onun odasını oturma odası gibi düzenleyiveririz, olur biter! Odasını düzenleyene kadar, ikili koltukta, yanında kıvrılıveririm. Biraz sırt ağrısıyla günümü geçiremez miyim? Vakti zamanında hergünümü başağrılarıyla geçiren ben değil miydim? Çocuğum için bir süre sırt ağrısı çekemez miyim?

Aklıma düştü, sabahın 6’sında, elinden çocuğu kayıp giden anne...
Nefesim daraldı, kalbim sıkıştı...
Uyuyamadım...

Allah kimseyi evlat acısıyla sınamasın!

Oğlum

İyi ki varsın!

Bu yazı, selden hemen sonraki hafta yazılmıştı...