30 Aralık 2010 Perşembe

Yeni bir başlangıç

Bana şöyle bir yeni yıl maili gelmiş ve çok hoşuma gitti :

Cennet orada,
su kapinin ardinda,
hemen yandaki odada;
ama ben anahtari kaybettim.
Belki de sadece koydugum yeri unuttum.


Halil Cibran


2011 senesinde;

Saglikli, mutlu, refah icinde ve basarili olmanizi,


Ayrica;


Kim oldugunuzu, neden burada oldugunuzu ve anahtarinizi nereye koydugunuzu hatirlamanizi seciyoruz.


Mutlu seneler....



Aynı dilekleri ben de herkes için diliyorum...
Sahip olduğum herşey için şükürler olsun...

ama yeni yıldan yine de beklentilerim var tabii :)
kısaca şöyle özetleyebilirim :



Hepinize mutlu, sağlıklı, huzurlu, bolluk bereket dolu yeni bir yıl dilerim...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Hoşuma gitti...

  • Anne, ben seni çok seviyorummm.
  • Canım benim, aşkımmm! Ben de seni çok seviyorumm.
  • Anne, evlenelim mi?
  • Kim, senle ben mi?
  • Eveeet, hem giyinik te giyersin. (giyinik=gelinlik)
  • Ama olmaz ki bebeğim, ben babanla evliyim ve senin de annenim.
  • Aman anneee, şakacıktan canımmm!
  • Ha, iyi madem, şakacıktansa mesele yok! :P


Şu minikler neden kötüyü çok kolayca kaparlar ki?...
Babasının sinirlenip koyverdiği bir lafı hemen kapıvermiş... Neyse ki yanlış duymuş :)
Allah bekletmesin! Allah kahretmesin

görsel kaynak: http://www.supercoloring.com/

22 Aralık 2010 Çarşamba

Birikti

Gün geçtikçe, söylediklerini, yaptıklarını not almak güçleşiyor bücürün...
Yakalayabildiklerimi not alıyorum ama not alamadıklarım yitip gidiyor ne yazık ki...

Büyüdükçe onunla sohbet etmek güzelleşti, ilginçleşti. Hem gözlemlediklerini, hem merak ettiklerini ve bazen de hayal gücünü bir araya getirip, öyle şeyler söylüyor ki... gülmek, şaşırmak kaçınılmaz oluyor...

Büyüdüğüne tanıklık etmek çok güzel...
Her geçen gün, varlığına şükrediyorum... iyi ki diyorum, iyi ki geldin...

Hala yarım yamalak söylediği kelimeler var hayatında ve bazıları var ki bunlar hep öyle kalsın istiyorum ne yalan söyleyeyim :)

Sigaş : Sıcak
Sayırcı beyciler : Sayın seyirciler
Tıkalamak : Pompalamak


Kimileri cümle içinde güzel

Ağzıma kaçık kaçtı! kaçık: kılçık

Bazen öyle cümleler kuruyor ki, mantığına bayılıyoruz

  • Anne, sizin işiniz nerede yaşıyor?
  • Anne, babama n’oluyo yaaa?! Hiç trafiye tayamülü (tahammülü) yok! babasının trafikte sürekli söylenmesine istinaden
  • Ananeler, babaneler namaz kılarlar. Sen anane diilsin ya annesin, onun için gerek yok namaz kılmana! çocukcaaz annenin namaz kıldığını görmeyince böyle karar vermiş :P
 Büyüdükçe tavır koymaya başladı beyefendi
- Anane, asla konuşmiicam seninle!
- Aman iyi, konuşma! Belli ki ananesi çok kızmış :)
- Ama anane “Ben seni çok seviyorummm” demen gerekiyordu!

Bazı durumları kendince çözümlemeye başladı
- Anne bizim saçlarımızı kim yapmış biliyo musun?
- Kim yapmış bebeğim?
- Berberler.
- Yaaa, hiç bilmiyordum. Nasıl yapmışlar?
- Böyle saçları sokmuşlar, sokmuşlar kafamıza ki, sonra uzayınca kesmek için...
- Vay be! Bak sen şu berberlere!
- Yaaa, öyle işte...!!!



Ve AŞK...

  • Anne, Yaz ne yapıyordur acaba? Bi arasak mı ne dersin? yol yapmayı bile öğrendi aşk sayesinde :)
  • Anane, Yaz gelicek bize. Sen gitme, o geliceği zaman, seninle tanıştırıcam, tamam mı? o kadar ciddiye alıyor aşkını, siz düşünün gerisini. Platonik olmasa bari :D

14 Aralık 2010 Salı

Ayıkla pirincin taşını...

Bizim küçük adam, çaktırmadan farkettirmeden büyüyor.
Hala birşeylerden anlamaz diye basit konuşmaya çalışmak, dönem dönem hem bizi aptal durumuna düşürüyor, hem de çok doğal olarak ona yetmemeye başlıyor. Mantığı devreye girmeye başlayınca, verilen cevaplar da onu tatmin etmeyebiliyor...

Ne zaman bu kadar büyüdü? hayret!......



Dün çok net hissettirdi bana büyüdüğünü...

-    Anne, bizim sesimiz nereden çıkıyor?

Ondan beklemediğim kadar cevabına aç bir soruydu. Gayet açıklayıcı anlattım. Anlamış gibi mi davrandı yoksa gerçekten anladı mı hala soruyorum kendime.

Çok olgun davrandığı kesin...

-    Yaa, demek öyle
diyerek karşıladı cevabımı... Ama arkasından gelen soru beni gafil avladı:

-    Anne, peki bizi kim yaptı?

O kadar düşünmeden verdim ki cevabı, o kadar otomatik...

-    Allah yaptı...
-    Yaaa, Allah mı yaptı?
-    Evet canım.
-    Babamı da mı?
-    Evet
-    Anane mi?
-    Onu da
-    Beni de mi?
-    Evet canım...
-    .....
-    .....
-    Peki o zaman...
-    ????


Neye peki dedi, kendince Allah’ı nereye koydu da bu kadar kolay kabullendi bilemiyorum...

Halbuki vermem gereken cevap bu olmamalıydı; “Babanla birbirimizi çok sevdiğimiz için sen oldun, dedeyle anane birbirini sevdiği için ben oldum.” gibi onun kafasını karıştırmayacak, daha anlaşılır bir cevap vermeliydim...

Bir süre sormazsa unutur mu?

Hiç sanmıyorum...

Ah Sibel... Yarın öbür gün tekrar sorarsa nasıl toparlayacaksın?
Ayıkla şimdi pirincin taşını...

Not: Fotoğraflar Tibet'le yaptığımız deneme çalışmalarından... Nasıl olmuş?

8 Aralık 2010 Çarşamba

Kitap Sevdası

Aslında suçluyu uzakta aramaya gerek yok...

Oğlum kitapları sevmiyor diye hayıflanıp duruyorum ama küçükken benim de ondan farkım yoktu. Kitap okumasına okurdum ama ya ödev verildiği için ya da çevremdeki bir kaç arkadaştan güzel olduğunu duydum diye heveslendiğim için. Evde kitap okunmazdı da diyemem... Babam okurdu ama ortada değilde yatmadan önce yatağında. Bu da bende beklenen etkiyi yaratamadı muhtemeldir ki...

Benim kitap sevdam, lise ikinci sınıfta Haluk abi sayesinde başladı. Yanında staja başlamıştım ama bana iş öğretmekten ziyade beni sosyal bir insan yapmaya adadı kendini :)

 
Bir kere her sabah o gelmeden gazeteyi okumak zorundaydım, okumak zorunda olduğum gazete de Cumhuriyet’ti. Gazeteyi okuyup, Haluk abi geldikten sonra günlük olaylar hakkında tartışırdık. Bir nevi kendi çapımızda ülkeyi kurtarırdık anlayacağınız :) ve her hafta bir kitap okumak zorundaydım. Kitapları Haluk abi belirlerdi. Yine her hafta sonunda önce kitabın kısa bir özetini geçer, sonra üzerinde tartışırdık...

Hümeyra’yı, Timur Selçuk’u Haluk Abi sayesinde tanıdım ve biraz olsun bir dünya görüşüm olduysa bunda Haluk abinin payı yadsınamaz. Geriye dönüp baktığımda özlem duyduğum nadir insanlardandır. Çok isterdim bugün de yanımda, çevremde olmasını. Kimbilir belki Tibet’e de benzer taktikler uygulayıp, kitapları sevdirmesini başarabilirdi :)

Belki tahmin etmişsinizdir. Bütün bunları mimlendiğim için anlattım.
Bir mim bana neleri anımsattı, hey gidi Kezban! :)

Kısaca mimden bahsedeyim: Kitaplığınızın önüne geçiyorsunuz, gözlerinizi kapatıp, rastgele bir kitap seçiyorsunuz, sonra kitabın 55. sayfasını açıp, o sayfadan rastgele bir paragrafı herkesle paylaşıyorsunuz...

Ben bunu biraz değiştireceğim izninizle... Bunun birinci sebebi benim bir kitaplığım yok. Üst üste dizilmiş raflardan ancak gözüm kapalı ilkine ulaşabilirim ki bu diğer raflardaki kitaplara karşı büyük haksızlık! :)
İkinci bir sebebi, Tibet’in doğumundan bu yana şöyle doyasıya kitap okuyamamış olmam.

İşyerinde başucumda duran, okunmayı bekleyen yaklaşık 6 kitabım var. Kendimce evde okuyamam diye götürmüyorum ama işlerde pek fırsat vermiyor ne yazık ki... Ben de içlerinde en çok okumayı istediğim kitabı seçtim buraya yazmak için. Üstelik ben 55. sayfadan bir paragrafta yazmayacağım. Kitabın tümüyle beni ilgilendiren kısmının 8. sayfasından bir paragraf yazacağım. Böylece kendime de bir iyilik yapmış olacağım ve bir nevi hayatın bugünlerde bana söylemeye çalıştığı var mı onu görmüş olacağım :)))))

Çok kısa kitap hakkında da bilgi verip, yazayım paragrafımı...

Kitabın adı Ruhsal Astroloji. Kitap doğum yılınıza göre hangi Kuzey Ay Düğümü’ndesiniz, bunun size ne gibi avantajları ve ne gibi dejavantajları var onu anlatan bir kitap. Biraz daha derinlemesine girersek bu kitabın “bu hayatta ne amaçla bulunuyorsunuz”u anlatan bir kitap olduğunu da söyleyebiliriz. Astrolojiye inanıyorsanız tavsiye ederim. Kendinizle ilgili hiç kabullenmek istemediğiniz gerçeklerle karşılamanız an meselesi, uyarayım...

Şimdi gelelim benim Ay düğümümün 8. sayfasına:

Oğlak Burcu: Oğlak Kuzey Düğümü insanı reddedilme olasılığından nefret eder –aslında, reddedilmenin düşüncesi bile onun için felç edicidir-. Eğer birisi onu reddederse, o yalnızca kendini kötü hissetmekle kalmaz, bunun kendi kabahati olduğunu da düşünür. Bu insan o denli güvensizdir ve reddedilmekten o kadar korkar ki, durumlara çok ihtiyatlı girer.

Görüldüğü üzere bazı acı gerçekler yüzünüze tokat gibi çarpabiliyor... Demek ki hayat bu aralar reddedilme korkusundan kaynaklı sorunlarım olduğunu ve bunun üstüne gitmem gerektiğini söylüyor bana, di mi? :)
yok canımmm, ben kimmm, reddedilme korkusu kimmm!? :P

Şimdi, sıra paslaşmada...
Kitap Denizi, Touch the Sky, Seda, Füsun, Seyhan ve Sanat Notları...
Eğer bu mim sizi önceden bulmadıysa ve yapmak isterseniz SOBE!

6 Aralık 2010 Pazartesi

Sevilesi...

Bu sefer iki koldan mimlendim. Önce Bahriye, sonra Deniz Tibet’in en sevdiği oyuncaklarını sordular.

Tibet oyun konusunda çok değişken bir çocuk. Aslına bakarsanız, oturayım oynayım çocuğu değil. Aklı fikri “hoplasın, zıplasın, koştursun”da. Bu yüzden alt kat komşularımız bizden oldukça şikayetçi :)

Yine de var tabii sevdikleri. Mesela arabalarına çok düşkün, hele ki Şimşek McQuinn’e. Her dışarı çıkışımızda basit bir tane bile olsa bir arabayla dönüyoruz eve neredeyse, evde ortalık irili ufaklı arabalardan geçilmiyor. Oyun sırasında arabaları sadece araba değil uçak olarak da kullanıyor :) bir de sürekli çarpıştırıyor.


Click to play this Smilebox postcard
Create your own postcard - Powered by Smilebox
Customize a free postcard design

Son zamanlarda hamura çok takmış vaziyette. Hamurlarla birşey ortaya çıkartmaktan ziyade onları mıncırmayı çok seviyor. Bir de son aldığım kalıplardan balığı çok sevdi, onunla babasına balık yapıp duruyor. Haftada en az iki gün babası vesilesiyle balık yemekten falan herhalde :)

Bir de son bir iki haftadır yap-bozlarına taktı kafayı. Fotoğrafını gördüğünüzü Umur ve Ada yaşgününde göndermişlerdi ama beyefendi kendisiyle şimdilerde haşır neşir olmayı uygun gördü. Yalnız sandığınız gibi değil olay. Yap-bozlar ortaya dökülüyor, anne ya da babayla birlikte başına oturuluyor, sonra “bunu buraya koy, onu oraya koy, aaa burası değilmiş, yoksa bu muymuş?”larla anne babaya yaptırılıyor. Yapıldıktan sonra da hadi traktörü sürelim diyerek halının üzerinde yapboz gezintiye çıkarılıyor.

Oyuncaktan sayamayız ama bir de fotoğraf makinesi var ki, onu kaptırırsak, elinden almak ciddi bir uğraş gerektiriyor. Geçen gün bana resmen mankenlik yaptırdı :)
“anne elini koy şöyle, tamammmm, çekiyorummmm!”


Click to play this Smilebox postcard
Create your own postcard - Powered by Smilebox
Postcard design personalized with Smilebox

çocuklar için fotoğraf makineleri varmış, sanırım bir tane almak hiç fena olmayacak :)

Bizden bu kadar. Şimdi paslıyorum, tabi önceden yapmadıysanız ve yapmak isterseniz:

Civciklerimin annesi, Başak, Özgür Anne, Bedardem, Burcu ve Kırmızı Woswos...

25 Kasım 2010 Perşembe

+18

Bu yazı cinsel içerikli ifadeler ve iğrenç diyaloglar içerebilir!
Çocuklarınıza okumayınız, okutturmayınız. :)

Tibet son günlerde kendini, cinselliğini keşfetmeye adadı. Aslında bu macera bizde 2 yaş civarı başlamıştı ama 3. yaşını aştığımız bu günlerde had safhaya ulaştı. Böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğini gerek internetten, gerek kitaplardan okumuştum vakti zamanında. 3 aşağı 5 yukarı ne tepki göstermem gerektiğini biliyordum. Bu sayede çiş yaparken ya da üstünü değiştirirken balık avlama hevesinin ortalık yerde değil, odasında yapması gerektiğini kendisine anlatmış ve ikna etmiştim.

İkna etmekle iyi mi yaptım, kötü mü yaptım bu aralar biraz kararsız kaldım.
Sebep şudur ki;


T: Anneee
S: Efendim oğlum?
T: Odama gidebilir miyim?
S: Git bebeğim tabii
(aradan biraz zaman geçer, ben meraklanmaya başlarım, kapısını kapatmış veledin kapısını çalarım)
S: Tibet, ne yapıyorsun? girebilir miyim?
T: Giremezsin anne, pipimle oynuyorum!!!
S: !!! Eeee, tamammm. Çok oynama birazdan gel, tamam mı?
iç ses: ne demek şimdi bu yaa! niye dedim ki böyle birşeyi şimdi?!
T: Tamam anneeee.

˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚

T: Anne ben pipimle oynamaya odama gidebilir miyim?
S: !!! Eeee, tamam ama çabuk gel, tamam mı?
iç ses: taktın ama sen bu çabuk gel lafına heeeee?!

Yok yok, benim genlerime yapışmış bir cinsellik takıntım var anladım ben onu. Yoksa ne her seferinde “çok oynama, çabuk gel!” diyeyim ki çocuğa yani di mi? ama bu takıntıyı da oğlum sayesinde aşacağım belli ki onu da anladım :)

Bitti sandıysanız yanıldınız, beyefendi sadece kendini keşifte değil, bu aralar benim de göğüslerime takmış durumda!

˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚
T: Anneeeee!? (sesinde heyecanlı bir ifade var)
S: Ne oldu oğlum, bişii mi oldu? (hemen panik yap, salak!)
T: Memelerin kocaman.
S: !!! Gıcık! Hıh! Yastık olarak kullan bari!
T: Bakiim (kafasını göğsüme yaslamaya çalışıyor.)
S: De get!!!

˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚
T: Anne, memene bakabilir miyim?
S: Aaaa! üstüme iyilik sağlık! o nerden çıktı şimdi oğlum? olmaz öyle şey.
T: ama niye anne? giyinirken açıyorsun ya?
iç ses: hah bak, bir iki mecbur kaldın giyindin yanında, anında başına patlar böyle!
S: Tamam işte oğlum, o giyinirken. öyle durup dururken açılır mı? öyle herkese gösterilmez!
iç ses: aman ne laf ettin yani, süper!
T: Amaaan, açma o zaman!!!
S: !!!!

˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚
T: Anne, sana bişii sorcam
S: Sor bebeğim
T: Şimdi benim pipim var ya
S: Evet var
T: Senin de yok
S: Evet yok
T: ama o zaman sen çiş yapamazsın ki
S: yaparım tatlım, oturarak
T: ama anne ben de oturuyorum bazen. sen nasıl yapıyorsun ki?
S: Eeeeee, hımmmmmm, eeeeeee..... Aaaaaa bak hamurların kalmış masanda, hadi toplayalım da kurumasın!
iç ses: hadi yine iyisin, masada bırakmış hamurları, yırttın! yavaş yavaş seni aşmaya başladı bu diyaloglar, yandın sen kızzım, başın derttteeeeee!


Blogggggg, bana bir çareeeee!!!!

23 Kasım 2010 Salı

Mimini sevdiğimin bloğu

Seviyorum ben bu mim işini... Keyif alıyorum mim yazarken :)
Sanırım Pinky’de bunu bildiğinden, mimlemiş beni.
Uzun ve zevkli bir mim...

İşte sorular ve cevaplar...
-bazı cevaplar Pinky’den çalıntıdır :)-

  • En sevdiğiniz kelime : Annem
Aslında bu duymayı en sevdiğim kelime oldu artık. Tibet “Annem” diye seslendiği zaman bana, dünya duruyor resmen...
  • Nefret ettiğiniz kelime : Küfür
Özellikle eşimin trafikte ettiği küfürlere gıcık oluyorum. Trafik denilen canavarın çok can sıkıcı olduğunu kabul ediyorum ama biraz dozunda kalmak lazım, di mi?
  • Ne sizi heyecanlandırır? : Geleceğini bildiğim ama gelmekte geciken her şey...

  • Heyecanınızı ne öldürür? : Bildiğim halde beklediğim gelmediyse, heyecanım kalmaz doğal olarak :)

  • En sevdiğiniz ses : Tibet’in sesi

  • Nefret ettiğiniz ses : Bazen sessizlik... Çoğu zaman dinlendirici olsa da, fırtınadan önceki halinden hiç hoşlaşmam. Ve çoğunlukla boş konuştuğunu bildiğim ve bunu bildiğim halde birşey yapamadığım herhangi birinin sesi...

  • Hangi mesleği yapmak istemezsiniz? : Sanırım doktor, hastabakıcı, hemşire... 
Özellikle çocuk bölümünde olmayı hiç istemezdim.
  • Hangi doğal yeteneğe sahip olmayı isterdiniz? : Yetenek hırsızı :)
Elimle dokunduğumda karşımdakinin yeteneği bana da bulaşsın isterdim, böylece bir kuş gibi uçmam bile mümkün olurdu :)))))
  • Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz? : Sertab Erener ya da Sarah Brightman gibi eşsiz sesi olan bir yorumcu olmayı çok ama çok isterdim. Tipim de Shakira gibi olsun, turuncu saçlı olarak ama :)



  • Nerede yaşamak isterdiniz? : Bilmem, pek düşünmedim ama Prag fotoğrafları beni çok cezbediyor. Aslına bakarsanız deniz, güneş, bol yeşil,  temiz hava ve anlayışlı, sevecen, güler yüzlü insanların olduğu her yerde yaşayabilirim.
  • En önemli kusurunuz : İçime atmak, söyleyememek, söyleyecek olduğum zamanlarda ise karşılık vermeyi becerememek.
  • Size en fazla keyif veren kötü huyunuz : bilemedim yahu! :)
  • Kahramanınız kim? : Mustafa Kemal Atatürk.
Özellikle bu son zamanlarda onun yokluğunu o kadar hissediyorum ki...
  • En çok kullandığınız kötü kelime : Oha!
Bu kelimeyi bir türlü atamadım dilimden, hep kuzenlerim yüzünden :(
  • Şu anki ruh haliniz : Son günlerde pek keyifli olduğumu söyleyemem.
  • Hayat felsefenizi hangi slogan özetler : Bu ruh halime göre değişir açıkçası. Bugünlerde “Kendini sev artık! Sen sev ki kendini, çevrende seni sevsin.
  • Mutluluk rüyanız : Sevdiklerim yanımda, evim, arabam, evimin temizliğini düzenli yapan bir temizlikçi, sabah 10 akşam 16 çalışacağım, çocuğuma, kendime, sevdiklerime zaman ayırmama imkan tanıyan ve tabi ki çok keyifle yapacağım bir iş, bol ve bereketli bir maaş, tüm borçlarım bitmiş, mutlu, huzurlu, sağlıklı, sevgi ve saygı dolu bir hayat! :)

  • Sizce mutsuzluğun tanımı : Yanıldığını anlamak, hem de çok!...

  • Nasıl ölmek isterdiniz? : Huzurlu bir ölüm olsun. Mümkünse uyurken, ne kendimi, ne başkasını yormadan, üzmeden, ölsede kurtulsa(k) dedirtmeden...

  • Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah'ın size ne söylemesini istersiniz? : Görevini tamamladın, için huzurla dolsun...

Evetttt! Şimdi sırada sobelediklerim :)
Deli Anne, Bahar, ElifKayra, Eylem, Melike, Gelincik, Nehircce, Özlem

Haydin bakalım! :)

22 Kasım 2010 Pazartesi

Güzel şeyler yazacaktım ama... bu son olsun...

olsa da olmasa da artık bu konuda bir daha yazmayacağım. hatta bazen hiç mi yazmasam diyorum ya... daha hazır değilim sanırım... kısmet...


Diyecektim ki... güzel bir bayramdı. İstanbul'da olmamıza rağmen. Benim kuzenlerim, Tibet'in kuzenleri. Ev ziyaretleri. Bebeğim öyle mutluydu ki görülmeye değerdi. Her sabah beni görüp "Bugün işe gitmeyeceksin di mi anne?" diye sorması, arkasından bana sarılması bayramın en güzel kısmıydı; "işten bir hafta izin aldım" dedim ona, "hem bayram diye, hem de seninle olmak için".


Perşembe akşamı hapşırmaya, cuma günü burnu akmaya, cumartesi öksürmeye başladı. Cuma günü ananesine geçmiştik, kalmak üzere. Acaba atlatacak mıyız, yakalanacak mıyız diye tedirgin bir bekleyişe geçtik maalesef. Çok huzursuz uyumasına rağmen, Cumartesi gecesini atlatınca "Tamam" dedim, "bu sefer olmayacak!". Dememle... Sabah 7.30'da tekrar atak geçirdi...

Bu sefer durumunun daha bilincindeydi. "Ben eve gitmek istiyorum." dedi. İkiletmedik, hazırlandık, eve geçtik. Yatağında olmak istedi hep, pek salonda takılmak istemedi. Keyfi yerindeydi ama... İçimizin ısınmasına sebep, güle oynaya ama yatağından gerekmedikçe çıkmadan akşamı ettik. Babasını istedi. Sürekli "Ne zaman gelecek?" diye sordu. Tam babası geliyorum diye aradı ki, uykuya yenik düştü. Tam üç buçuk saat... Babası hamur oynayalım diye kaldırdı yataktan. İlk kalktığında hala şiddetli sayılacak derecedeydi ama gittikçe yumuşadı. Yine güle oynaya, bu sefer babasıyla oynayacak olmanın verdiği keyifle salonda geçirdi vaktini. Gece saat 12.00'de tekrar ventolin verdiğimde artık iyice geçmişti. Şimdi ÇOK ŞÜKÜR normale döndü nefes alışları.

Bu sabahın en güzel kısmı bana telefon edip, canlı, keyifli, neşeli sesiyle yemek yediğini söylemesi ve "Anne, patrondan izin al, yine gel eve" demesiydi.

Yine diyorum, Allah hiç bir çocuğa hastalık vermesin. Allah beterinden korusun ve çocuğu hasta tüm ailelere güç versin.

Ben yeterince güçlü müyüm bilemiyorum.
Bu ataklar her ay tekrar eder ve şiddeti azalmazsa......
Neyse, dile getirmeyeyim...

Bu arada, önceden yazamadım. Hepinizin geçmiş bayramı kutlu olsun...

12 Kasım 2010 Cuma

Bir tuvalet hikayesi





Unuttum... oğlumun tuvaletini artık lazımlığa yaptığını yazmayı unuttum...

Ama unutmakta haksız sayılmam, az çok son yazdıklarımdan biliyorsunuz sizde.
Bu bir özür kabul edilebilir (di mi?).

Aslına bakarsanız çok zorlu bir süreçti. Olayların gelişimi çok vahim görünüyordu başlarda. Çişini tuvalete yapıyordu ama kakası geldi mi bez bağlatıyordu velet! Bir iki kere tuvalete yapmış olmasına ve çoğunlukla tutamayacak hale gelmesine rağmen oturtamıyorduk... Bir kaç arkadaşım, alt komşum çocuklarının artık tuvalete yaptıklarını söylüyorlardı, gizli saklı motive etmeye çalışıyorlardı ama nafile... Açıkçası ümidimi yitirmiştim ve ipin ucunu da bırakmıştım. İşin güzel olan tarafı, gece çişi için hiç uğraşmamıştım ve buna şükrediyordum (hala şükrediyorum).

Derken günlerden bir akşam alt komşumuza indik (kendisi butik pastacı, herkese tavsiye ederim, süper!). Bücürler Arda’nın odasında oyun oynuyorlardı. Birden bir çığlık koptu Tibet’ten. Ödüm patladı, çok kötü bir manzarayla karşılaşacağımdan emin, koştum(k) odaya.

Gördüğüm manzarayı önce anlamlandıramadım; ayaklar, vücut, bütün beden baştan aşağıya kasılmış, surat kıpkırmızı olmuş, kasıntıdan pek başarılamayan bir ağlama hali (arada bir şekilde çığlık kaçmış ağzından belli ki)...

Ne olduğunu sordum panikle, zar zor “Kakam” diyebildi. “Tamam” dedim “dayan biraz, eve çıkalım!”. Onu kaptığım gibi eve koştum. Koşarak yukarı çıkarken, birden cin fikirli! Sibel beynimde konuşmaya başladı :)
“Sibel, fırsat bu fırsat güzelim, farkındasın di mi? Bak bunu kullanırsan, devamının gelme ihtimali yüksek! Çabuk düşün, çabuk karar ver!!!”

Eh, fazla düşünmeye gerek yoktu haliyle. Zaten lazımlığı tuvalette hazır duruyordu, hemen soktum tuvalete. Lazımlığı görünce yaygarayı kopardı, aşağıdakinden daha fazla kastı kendini “Yapmııcammmm, lazımlığa yapmııcammmm!” diye ama o kadar sıkışmıştı ki, tutamadı. Bir yandan boynuma sarılmış, bir yandan “Anne, bak gidiyo, bak! Zaten korkucak bişii yok ki! Ah be bebeğim niye korkarsın ki zaten! :( Di mi anne? Bak gidiyo, bak!” deyip duruyordu.

Cin fikirli! Sibel içeride şeytani kahkalar atarken ben “Bu kokuyu çekmeye değer miydi? Yapsındı işte bezine, ne vardı?” diye hayıflanmaktaydım... Üstelik bunun devamının geleceği konusunda onun kadar emin de değildim... ne de olsa önceden bir denenmişlik vardı.

Bu yaptığımın etik olup olmadığını hala kendi kendime sorguluyorum ama neticede Cin fikirli! Sibel haklı çıktı işte, öyle veya böyle işe yaradı. Artık kakasını gayet düzenli ve itirazsız lazımlığa yapıyor. Boynuma sarılmış bir şekilde yapıyor ama olsun, bu da geçer elbet :)
Üstelik her yaptığını bir şeye benzetme huyu da var. Örnek vermeyeyim, mazallah yemekten, çiçekten soğuyabilirsiniz :)

Son söz: Canım oğlum, ben biliyordum zaten başaracağını. Keşke sen de bilseydin de kendini bu kadar sıkıntıya sokmasaydın...
Sen sen ol, yaptığın her işte kendinden emin ol! Yoksa kasan da, kasılan da çok olur!!!

Görsel internetten alıntıdır.

9 Kasım 2010 Salı

Falaaannn filannn!!!

Uzun zamandır Tibet sözlüğünü boşlamışım... Sözlük gittikçe zayıflayacak sanırım, zira her geçen gün daha düzgün konuşuyor. Unutmadan yazmak lazım, ileride hatırlamak adına....

Konuşmaya başladığından bu yana hiç değişmeden kullandığı sözcüklerimiz var:
Ayabakı » Ayakkabı
Şuştopa, Şoştopa, Sustopa » Mustafa babasına bazen ismiyle sesleniyor
Gigi silim » Çizgi film

Yeni kelimelerimiz de var tabi ki :
Vıçak » Bıçak
Çıktırır mısın? » Çıkartır mısın?
Korkmana bişii yok » Korkmana gerek yok ya da korkacak bişey yok manasında
Teşettüyim » Teşekkür ederim
Şappa » Şapka
Düksün » Düzgün
mutlaka fazlası da var ama şimdilik aklıma gelenler bunlar.




Sözlük dışında sürekli kullandığı cümleleri var artık:

Canım benim, çok seviyorum seni bunu söylerken yüzümüz ellerinin arasında, alnı alnımızda oluyor. tahmin edersiniz ki eridiğimiz bittiğimiz bir durum

Çok hastayım, yapamam! bu aralar sık sık hastaneye koşturmalarımızın etkisi
Niye? bu her türlü duruma karşı sorulabilir en kıdemli sorusu. Bazen tabiri caizse salak gibi kalakalıyorsunuz

Aaaa! Bana mı aldınnnnn?! elinizde bi poşet varsa ve o poşette onun için birşey yoksa yandınız!

Ve tabi ki şaşılası, sevilesi, gülünesi diyaloglarımız:

• Eeee, ne yaptınız bakalım bugün doktorda?
- Amaannn, falaaan filaaan, yaptık bişiiler işte!
• !!!!!!!

• Oğlum annen bile uyumuş, sen daha uyumadın mı?
- Baba, bak! Kapanmıyo ki gözüm! Bunu söylerken bir yandan gözlerini kapatıp açıyor

ve Deniz’le bir diyalog:
-  Tibet bu kumanda nasıl çalışıyor? Bulamadım çalıştırma düğmesini.
• Şaka yapıyosunnn?
- !!!!!!!! yok valla şaka diil, yabancı kumanda ya ondan! gülüşmeler

4 Kasım 2010 Perşembe

istemem olmasın bir daha...

En son yazdığımdan iki gün sonra Tibet’in atağı tekrarladı ve bu seferki 3 gün sürdü neredeyse.

Allah beterinden korusun. Biliyorum, çok daha kötüleriyle uğraşan anneler var. Allah onlara sabır, metanet versin ama o süre boyunca ve devamındaki iki haftaya yakın bir süre sürekli bir kalp ağrısıyla gezdim. O kadar ciddi bir ağrıydı ki, doktora gitmeyi bile düşündüm.

Onun, o nefes almakta çektiği zorluğu gördükçe kalbim sıkıştı, ben nefes alamadım. O zorlukla uyumaya çalışırken, ben bir elim onun göğsünde, bir elim elinde ona güç vermeye çalıştım. İstedim ki “annesi hep O’nunla”, O “annesinin herşeyi” bunu hissetsin, bilsin... Başka ne yapabilirdim ki? Elimden gelen buydu sadece...

“Astım” dedi doktoru. Buharlar, testler... tekrar, bir daha testler...

Sonuç; hiçbir şeye alerjisi çıkmadı.
Geçiciymiş, kontrol edilebilirmiş...
Çok şükür...

Şimdi bizim deyimimizle “fısfıs” kullanıyoruz. Sabah akşam...
Bizimki usta kesildi. Hele babasıyla kullanmaları var ki:

• Hazır mısın?
- Hazırım!
• Gönderiyorum.
- Gönderrrrr!!!

:)


olmaz di mi bir daha?

Olmasın...

Lütfen...

Ben mi? İyiyim, iyiyim... :)

18 Ekim 2010 Pazartesi

Buluşmalar

Doğru...
Bu aralar yazmıyorum pek...


Ne yapayım, yok işte yazasım...


Bazen kelimeler dökülemiyorlar satırlara... Dilimin ucundalar hep ama çıkmıyorlar oradan bir türlü. Bir çekingenlik, bir ürkeklik, bir tedirginlik...


Ara ara oluyor böyle. Biliyorum ki geçecek...


Bu dökülmemezliğe inat, yazılası güzellikler oluyor hayatım(ız)da...
Mesela dün çok güzel, çok özel misafirler ağırladım. Yeni evimizin ilk misafirleriydi. Hem benim, hem oğlumun, hem de çok ilginç bir tesadüfle eşimin ilk misafirleri...


Deniz'i ve Yaz’ı çoğunuz tanıyorsunuz. İş arkadaşım, dostum, can yoldaşım, güzel Yaz’ımın güzel annesi. İlk önce o geldi. O da benim gibi ev sahibi olduğundan (laf olsun diye demiyorum, gerçekten öyle hissediyoru(m)z) bir sürü şeyi de yüklenip gelmişti üstelik. Hiçbir şey yapmasam da olurmuş (zaten çok birşey yapmamıştım ya), donattı masamızı resmen. Yaz’a zaten söyleyecek laf yok. O kadar sıcak, o kadar bıcır bıcır, o kadar sevimli ve güler yüzlü ki, oğlumun ona olan tarifi zor duygularını çok normal karşılıyorum :)

  
Zeynep’i ilk görüşüm değildi ama ilk defa uzun soluklu bir araya gelişimizdi. Yaz’ın yaşgününde tanışmıştım ve çok sıcak bulmuştum kendisini. Severim ben güldüğünde gözleri de gülenleri... Sonra facebooktan da bulduk birbirimizi. Derken o da bir blog açtı. Kırmızı Woswos. Oğlu Nadir Serhan’ı anlatıyor o da bloğunda, arada kendisini ve sevdiceğini de (tavsiye olunur, siz de seveceksiniz). Nadir Serhan’ın yürüyüşüne biz ailece bayıldık. O kadar sevimli bir yürüyüşü var ki, bakmaya doyamadık, anlata anlata bitiremedik.



Bahar’ı da biliyorsunuz. Gelin Kız Yağmur’un sıcacık, içten, güzel gözlü annesi Siz belki bilmiyorsunuzdur Bahar’ın gözlerinin güzelliğini, ben gördüm :). Gelin Kız diyorum Yağmur’a çünkü, bir gelin gibi narin, nazlı, çekingen. Bir de benim gelinlik çantamı hiç düşürmedi elinden, ondan :) Öyle güzel yanakları var ki, sürekli sevesin geliyor ama yanına yanaşmak için çaba göstermek gerekiyor, öyle kolay kolay yanaştırmıyor kimseyi. Neyseki gün bitimine yakın iletişimimiz bayağı yol katetti ve benimle konuşmaya başladı. Hatta Pamuk Prenses ve 7 cücelerin hikayesini bile anlattı bana :)



Salonun küçük bölümünü çocuklar için aktivite alanı gibi hazırladık. Şu oyun hamuru denen şey ne menem birşeydir çözemedim gitti. Çocuklar büyülenmiş gibi sürekli onunla oynamak istiyorlar. Neyseki bolca almıştım tahmin edip. Arada ufak tefek kavgalar olduysa da bir şekilde atlatmayı başardık. Sanırım keyifli vakit geçirdiler. Uyku vakti yaklaştıkça Tibet’in çocukların elinden herşeyi almak istemesi had safhaya vardı gerçi ama misafirlerimiz gerçekten olgunlukla karşıladılar bu durumu sağolsunlar.


Bu buluşmada iki ilginç tesadüf vardı. Birincisi zaten bu grubun buluşmasına vesile olan tesadüftü. Zeynep ve Deniz çocuklarının aynı yuvaya gitmesi vesilesiyle tanışmışlardı. Yaz’ın yaşgününde dediğim gibi ben de Zeynep’i tanımıştım. Bahar Deniz’in de benim de blogtan ilgiyle takip ettiklerimizden ve çok ilginç bir tesadüf eseri Bahar ve Zeynep eşlerinin aynı işyerinde çalışmış olmalarından mütevellit çok sık biraraya gelen, çok iyi iki arkadaş çıktılar. Diğeri ise hepimiz için bir sürpriz oldu. Benim eşim ve Zeynep’in eşinin tanıdık çıkması. Birbirlerini gördükleri an çok komikti. İkisi de “Senin ne işin var burada” diye sordu aynı anda birbirine :) Sonra sohbet muhabbet...


Çok keyifli ve çok güzel bir gündü. Hem çocuklarımız, hem biz, hem de eşlerimiz açısından... Ben bu buluşmaları gelenekselleştirmek taraftarıyım kızlar, haberiniz ola :))))


Aslında daha yazılası bir sürü şey var ama artık o da başka yazıya... Tabi kelimeler birbirini bulur da dökülürse...

11 Ekim 2010 Pazartesi

İstatistik de varmış...

Meğer bu blogger denen şeyin istatistiği de varmış da benim hiçççç haberim yokmuş!

Burcu yeni bir sobe başlatmış. İstatistikten en çok okunan 5 postunuzu tespit ediyorsunuz, linklerini ve kısaca ne hakkında yazdığınızı belirtip, hem kendinize hem takip edenlerinize tekrar hatırlatmış oluyorsunuz.

Sağol Burcucum, sayende bloggerin bu özelliğini de öğrenmiş oldum :)

Gelelim ilk 5'ime:

1•HOŞGELDİN MELEK Canım bebeğim 3 yaşına basmış, mutluluğumu da herkes benimle paylaşmış :)

2•VEDA Diyecek pek bir şey yok işte... Kuzenim... benden sadece bir yaş büyüktü... hala inanamıyorum... Destek olan herkese tekrar tekrar teşekkürler.

3•YENİ EV... YENİ ENERJİ... Şimdiki eve taşınmamızın verdiği güzel enerjiyi yansıtmışım sanırım bu yazıda. Umarım hep böyle gider :)

4•7 SAYISININ GİZEMİ Doğrusu bu yazımın bu kadar rağbet görmüş olmasına şaşırdım. Meğer benim kadar herkes gizem peşindeymiş :))))

5•AYNA AYNA! SÖYLE BANA!!! Yazımdan da belli sanırım. Çok kırgınım, çok... ve hala öyleyim... Kendim bir tarafa, değer verdiklerime yapılan yanlışlıklar daha çok acıtıyor içimi...

Şimdi SOBEmi paslıyorummmmm:
Deniz, Beste, Özge, Selda, Pinky ve dönüşünün şerefine Bellek Kutusu.

Hadi kolay gelsin :))))

Burcu sayfasında ayrıntılı anlatmış ama ben de kısaca geçeyim istatistiklere nasıl ulaşılacağını (benim gibi bilmeyenleriniz vardır belkim). 

Tasarım bölümünden İSTATİSTİKLER seçeneğini tıklıyorsunuz. Ön izleme kısmında TÜMÜ diye bir seçenek var, ona da tıkladınız mı ilk 5 karşınızda... Aslında bu kadar basitmiş mevzuu ama göz görmeyince BLOGGER ne yapsın yani benim gibiler için!!!

6 Ekim 2010 Çarşamba

Biriken diyaloglar

Bir süredir vefat, hastalık, taşınma derken Tibet'le ilgili pek çok şeyi not alamadım. Arada alabildiklerim ve aklımda kalanlarla son diyaloglarımız:

• Anne, çok geç olmuş, hadi gidelim! güya kolundaki saate bakıyor bunu söylerken


Yapılan bir yaramazlık arkası konuşması:

- Sen çocuksun!
- AAA, üstüme iyilik sağlık asıl çocuk olan sensin! Ben anneyim! anneye de bakınız!
Çocuklar annelerinin sözünü dinlerler ama sen hiç dinlemiyorsun beni!
- Boşveeerrrr, hadi git işine!
- !!!!!!!!!!!!!

Hemen hemen her sabah sütünü içerken bana “Bugün işe gitme, tamam mı?” der. Ben de duruma göre ya sesimi çıkarmam ya da “Tamam, gitmem” deyip içini rahatlatırım. İşe gideceğim bir sabah yine aynı soruyu sordu ve ben doğal olarak sessiz kaldım. Öğlen saatlerinde aradı beni:

- Sen neden dinlemiyorsun beni?! Ben sana işe gitme demedim mi?!!!!!
- !!!!!!!!!!!

Bazen yaptığı bir yaramazlık sonrası bize ceza veriyor:

- Bu akşam giigi silm (çizgi film) yok sana. Parkta yok. Git odana, otur orda!!!
Buradan Tibet'in cezalarını görmeniz mümkün! :)

Akşam çalışmam gerekiyor, evi arayıp haber veriyorum. Karşılığında oğlumdan aldığım cevaplar:

- Bu saat oldu hala gelmedin! Nerede kaldın bakiyim?!

- Bak hava karardı, hala neredesin sen?

- Sabah olunca işe gidiyorsun, kararınca niye gelmiyorsun?
 
Valla bunlara ne cevap verilir bilmiyorum????


Anne ve baba kaybolmuş, doktor randevusuna yetişebilmek için önlerine gelene Kozyatağı’na nasıl gidileceğini sormaktadır. En nihayet bücürden şu yorum gelir:

- Anne ben gelmiicem Kosyataana! Zaten ben yatmam orda!!!

Akşam anne ve baba eve gelmiş yemek yiyecekler. Bücür önceden yemiş. Baba alışkanlığı üzere yemeğinin yanına kola koymuş. Bücür alacağı cevabı bildiği halde şansını denemiş:

- Anne ben de kola istiyom!
- Hayır canım. Kola içemezsin sen, biliyorsun.
- Ama anne içmek istiyommm ya bennnn!
- Olmaz, hem içebiliyor olsaydın bile sen yemek yemiyorsun, kola yemekle içilir. yalana bak!
- Tamam ben de yemek istiyom o zaman.
- Yaa, öyle mi? O zaman şu yemekten ye bakiim!??? önüne konulan yemek kabak yemeğidir ve nedense sevmez!
- Yok anne yaaa, vasgeçtim ben yemek yemekten, kola içmesem de olur!
iç ses: heheeeeeeee! zafeeerrrrr! gerçi bu benim başıma muhtemeldir ki patliicak ama olsundur şimdilik :)))


Babası bir şeyleri tamirle uğraşmakta, bizim bücür de sabırsızlanmakta:

- Hadi oğlummmm! çabuk olsana!

• Evi aradım, bayaa çaldı. Telefona annem çıktı. Bizimki “Telefonu ben açıcaammmm” diye koşturmaya başlayıp, sonra “Ammmannn, çalsın boşver!” deyip, geri dönmüş!

4 Ekim 2010 Pazartesi

Perşembe'nin Kabusu

Perşembe gecesi sanırım hayatımın en kötü gecesiydi. Tek kelimeyle öldüm öldüm dirildim...

Tibet birkaç gündür hastaydı. Yani grip belirtileri gösteriyordu. Burun tıkanmaları, ara ara öksürmeler... her zaman yapıldığı gibi önlem olarak grip, öksürük şuruplarıyla takviye yapılıyordu tarafımızdan.

Perşembe saat 17 civarı annem, Tibet’in bir garip olduğunu söyledi. Uykudan karnım ağrıyor diye ağlayarak ve öksürerek uyanmış. Zaten uykusunda bir tuhaf nefes almaya başlamış ve bu devam etmiş. Eve geldiğimde haliti ruhiyesi iyiydi ama nefes alışı gerçekten tuhaftı. Nefes almaya zorluyordu resmen kendini ve arada bir inliyordu. Kalp atışları deli gibiydi, öyleki elimi koyduğumda kalbi elime geliyordu diyebilirim. Doktorunu aradım, ateşi olup olmadığını sordu (38,5tu). Her fazla ateş derecesine 20 atış fazla eklememi söyledi ve bu durumda kalp atışlarını normal kabul edebileceğimizi söyledi. Falan falan...

Neticede ilk defa ateşlenmiyordu bu çocuk, hiç böyle kalbinin attığını görmemiştim. Nihayetinde dayanamadım ve acile gittik. Acildeki doktor nefes almakta güçlük çektiğini, yan solungaçları kullanmaya başladığını bunun da BRONŞİT olabileceğini, karnım ağrıyor dediğine göre akciğerlerinin alt kısmında iltihaplanma meydana gelmiş olabileceğini bunun da ZATÜRRE olabileceğini söyledi. “Pek tavsiye etmemekle birlikte film çekmemiz gerekebilir” dedi. Nedenini sorunca da “Ne de olsa ufak daha, radyasyona maruz kalması iyi olmayabilir ama derin nefes almayı reddettiği için başka şansımız kalmayabilir.” dedi... Hal böyle olunca, film çekmeye yanaşmadım açıkçası... yani sadece olasılıklardan söz ediyorduk, ortada kesin birşey yoktu. Rahatlaması için buhar vermek istediler ama bizim keçi onu da şiddetle reddedince (resmen hastane ayağa kalktı) onu da yapamadık. Biz de sabaha kadar idare etmeye, sabah kendi doktoruna gitmeye karar verdik.

Bu kararı vermek, ciddi anlamda sıkıntılı oldu... zatürre olması durumunda, çocuğu ilk gece tehlikeye atmış oluyormuşuz, öyle dedi doktor. Tekrar geleceğimizi neredeyse garantileyerek gönderdi bizi... Bir yandan yanlış mı yapıyorum vicdanı ve bir yandan çocuğumun durumunun verdiği kalp ağrısı...

Sabaha kadar gözümü kırpmadım. Başında, sürekli halini gözleyerek, nefes alış verişini dinleyerek, inledikçe öpük koklayıp okşayarak, arada o odadan o odaya gezdirerek sabahı sabah ettim, ettik...

Sabah 5.30 civarı nefesi hala tam olarak düzelmemiş olmasına rağmen keyfi yerinde, hiç bir şey olmamış gibi şen şakrak uyandı bizim adam. Üstelik espriler yaparak, gülücükler dağıtarak... Yavaş yavaş düzeldi hali. Öyleki doktoruna gittiğimizde hemen hemen hiçbir şeyi kalmamıştı. Doktoruna koşa koşa girdi, girer girmez “hani, oyuncaklar nerede?” diye sordu, doktoru ne dediyse yaptı, “dön, yat, nefes al, vb...” Sonuç olarak belirtilerin KRUP olabileceğinden bahsetti. Küçük bir krup atağı geçirmiş olabileceğini, endişelenecek birşey olmadığını, zaten şu anda gayet iyi olduğunu, bu yüzden herhangi bir ilaç yazmayacağını (sadece bir öksürük şurubu dışında) olaki tekrarlayacak olursa tedbirini alabileceğimizi söyleyip bizi gönderdi.

O gece ne dualar ettiğimi anlatamam... Allah’a çok şükür ki atlattık.


Bilenler korkulacak bir durum olmadığını söyleseler de, Tibet’in o hali gözümün önünden gitmiyor. Allah bir daha yaşatmasın...

Allah çocuklarımıza sağlıklı bir ömür nasip etsin. Sağlıktan öte birşey yok...

Merak edenler için KRUP: Bir cins larinks yani nefes borusunun iltihabı olan bu durum, çocuklarda özellikle 3 ay ile 5 yaş arasında sık görülür. Çoğunlukla virüslerin neden olduğu soğuk algınlığı ses kutusuna ve nefes borusuna doğru inerse, büyüklerde ses kısıklığı, gıcık ve öksürüğe yol açarken, küçük çocukların nefes borularının daha dar olması sebebiyle ödem ve daralmaya neden olabilir.

Krup sıklıkla sonbahar-kış mevsiminde salgın olarak görülebilir. Önce üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlayan belirtiler giderek yerini ses kısıklığı, havlar gibi öksürük ve ileri durumlarda solunum sıkıntısına bırakabilir. Ateş sıklıkla olur. Belirtiler geceleri ve ağlamakla artar. Bu durumda hemen doktor aranmalıdır. Bu arada çocuk sakın tutulmaya çalışılmalıdır. Hava ve oksijen açlığını önlemenin en iyi yolu sakin durarak oksijen tüketimini azaltmaktır. Havayı içine çekmesi için balkona ya da pencereye çıkarılmalı, 6-7 nefes aldıktan sonra banyoda sıcak su akıtarak buhar yapmalı ve 10 dakika burada durmalıdır. Nemli hava larinksteki ödemin azalmasını sağlar. Bu uygulamalarla rahatlamayan çocuk derhal acil servisi olan bir hastaneye götürülmelidir. Krup 5-6 gün, giderek azalan şiddette devam edebilir. Evde bulunduracağınız bir soğuk buhar makinesi diğer soğuk algınlıklarında bu durumun tekrarlamasını önleyebilir.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Yer misin, uyur musun?

Nurturia'nın Sapanca Buluşması dönüşü...
Yer Burcu'ların arabası.

Veledime akşama kadar dokunmadım.
Etraf çocuk dolu, anne dokunmuyor, istediği gibi koşturuyor mekanda.
O yorulmasın da ben mi yorulayım yani?

Dönüş yolunda sonuç budur :))))

Canım oğlum benim, ne alem adamsın!!!


yer misin uyur musun? | izlesene.com


Not: Tanıyıp sevdiklerim zaten oradaydı...
Bir de tanımadan sevdiğim vardı ki, tanımak istediğim kadar varmış.
Doyamadım...

24 Eylül 2010 Cuma

Fotoroman


Herşey göründüğü gibi olmayabilir.

Kiminin memnun olduğu, kimini memnun etmeyebilir.

Ayrılıklar üzer kimini,

Kimini ise biten ilişkiyi sorgulamaya itebilir.

Giden de üzülüyordur belki,

ama kimbilir, belki gitmektir gerekeni...

Kalan için zordur yalnızlık.

Varsa bir dinleyeni, akıl vereni, şanslıdır.

...ama yoksa, anılar bırakmaz peşini.

Zordur uzaktan bakan olmak...

...zordur geride bırakmak...

ama hayat şaşırtır insanı... hiç belli olmaz,

bazen bir dondurma ferahlatır içini!
böyle bir son beklemiyordunuz di mi? :))))

Not1: Arayıp, taziyelerini bildiren, destek olmaya çalışan herkese teşekkürler.
Not2: Deniz'e ve bana fotoroman yazdıran bu bücürlere ayrıca binlerce teşekkür.
Hayatımın renkleri... İyi ki varlar...

13 Eylül 2010 Pazartesi

AYNA AYNA! SÖYLE BANA!!!


Uzaktan bakılınca farklı görünür insan, yakından bakınca farklı.

Yakından bakmanın da bir adabı olmalı ama...
Bir insana yakından nasıl bakılacağı bilinmeli, görmek isteyen tarafından.
Görmek isteyen bunu bilmeli çünkü bakılan kendisini nasıl göstereceğini bilmeyebilir. Belki de özellikle göstermek istemez çünkü belki ister ki kendisine gönül gözünden bakılsın...

Benim için farklı farklı bir sürü şey anlatacak çok insan var çevremde.
Kimi için asabiyim mesela. Bunu söyleyeceklerin başında iş arkadaşlarımın bir kısmı gelir. Diğer bir kısmı da bunun tam tersini söyleyebilir, hatta söyleyecektir.

Bilirim, bir kısım insan için hiçbir şey ifade etmediğimi.
Bilirim, çünkü benim içinde öyle insanlar var.
Aynanın bir yüzü bensem, diğer yüzü de onlar çünkü.
Tabi bu AYNAlık çevremde iletişimde olduğum herkes için geçerli...

Ama bazen, o aynaya bakıp bakıp, bu ben olamam diyorum...
bu yansıyan ben olamam...

Kabul, bazen çok asabiyim göründüğü gibi ve bazen anlayışsız ve bazen sabırsız ve belki bazen çok ..............
Biliyorum, bu boşluğu dolduracakların çıkacağını, iyi ya da kötü...

Ama ben hiç kinci olmadım.
Gerçekten... inan bana olmadım.

Olmamak için attım bir çok şeyi kafamdan.
Attım ki, olanları hatırlayıp, zaten dost kabul edemeyecek olsam da bari düşman saymayayım.
Attım ki, olanları hatırlayıp, yüzüne gülerken, arkasından diş bileyen olmayayım.
Attım ki.... onun gibi olmayayım...
Attım...
Attım çünkü atmasaydım, ebeveynlerimin bana verdiği değerleri atmak zorunda kalırdım... O zaman da ben, ben olmazdım....

Ama ben bütün bu olmak istemediklerimi kin dolu gözleri görmek için yapmadım. Üstelik bu gözler bana bakmadığı halde...

Farketmezdi...
Farketmezdi çünkü baktığı varlığımın sebeplerinden biriydi...
O aynanın karşısındaki ha O’ydu ha BEN...
Beni ben yapandı...
Ne farkederdi...

O kin dolu gözler hiç mi bilmedi, benim ona gülen yüzümün sebebi o baktığıydı zaten...
Sadece kafamdan attıklarım değil, “Bizim kırgınlığımız sizi bağlamaz!” diyendi.

Oradan bakınca, O’nunla beni farklı mı sandı?
Aslında BİZ olduğumuzu bilmedi mi?!
Oradan bakınca, beni dost, onu düşman mı sandı?
Aslında gördüğünün BİR olduğunu nasıl unuttu, ne zaman?!
Benim kanımı, canımı ona tercih edeceğimi mi düşündü?
O aynadan yansıyan olmak istemedi mi, BÜTÜNü görmedi mi?

Sanılmasın ki ben kendimi, BİZi mükemmel görüyorum...
HAYIR! hiç böyle bir yanılgıya düşmedim ama yaşanılanları gördüm...
Evlat nasıl ayırt edilir gördüm...
Kalp ağrısını gördüm, o ayrı düşürülen evladın kalp ağrısını...
O evladın düşüşünü gördüm... ve onu kaldırmaya çalışan eşini...
O eşin “Herşeye rağmen onlar senin ailen” deyip, barıştırmaya çalışmasını...

Ve tekrar gördüm... aynı şeylerin tekrarını...

Tüm bunlara rağmen, o değerli varlıkların yaşadıklarına nasıl bizi ortak etmediklerini...

Şimdi anlayorum ki, aynanın diğer tarafı, o aynaya bakarken beni görmemiş...
Beni ayrı sanmış... Beni kendinden sanmış...

AYNA AYNA... Şimdi diyorum ki sana...

Seni atması hiç zor değil...
Eğer varsan orada, o kin dolu gözlerle baktığın sana bakmamı istediği için, yaşananları o istedi diye yok saydığım için, ona saygı duyduğum için...

Ve diyorum ki sana... Biraz olsun AYNA olmaktan vazgeç. Vazgeç ki asıl AYNAnın o olduğunu anla... Anla ki ona bakarken bakışların güzelleşsin, gülüşün aydınlansın...

Ve o zaman diyeyim ki ben de sana:
AYNA AYNA SÖYLE BANA...
Söyle, var mı SENden güzeli bu dünyada?!

Photo by Devianart

7 Eylül 2010 Salı

Kısa Kısa...

Ev toparlamalarımız hala devam ediyor.

Aslına bakarsanız sadece bir oda şu an çok dağınık vaziyette o da yıkanacak eşyalarla dolu olduğu için. Terastaki çoğu ıvır zıvır çöpe gitti, atılmayacak olanlar için yerleştirme planları başladı. Bayram sonrası bir de masa koyduk mu terasa, değmeyin keyfimize :)



Mutfağın tadilatı bitti. Çok güzel oldu, baktıkça keyif alıyorum. Eski buzdolabı da sahibine gidince, tam manasıyla yerleştirme işine el atacağım. Nedense fazlalıklar varken, düzenleme yaparsam güzel olmayacak, bir şeyleri unutacakmışım gibi geliyor.


Evde bakmaktan keyif aldığım sadece mutfak değil. Küçük küçük bir sürü ayrıntı var. Zamanla daha da güzel olacak, eminim :)
Çok sevdim ben bu evi, çok!


Çok sevdiğim, çok değer verdiğim bir arkadaşım Fransa’ya yerleşmişti. Bir aylığına geldi, İstanbul’da şimdi. Onu o kadar özlemişim ki. Görmek çok iyi geldi. MS rahatsızlığı ilerlemiş ama hala hayata tutunmaya çalışması takdire şayan. Kendisine zarar veren herşeyi çöpe atmaya kararlı görünüyor. Allah yardımcısı olsun. Umarım bu kararlılığını hiç bir zaman kaybetmez...



Bizim bücürle evde kavga kıyametiz şu aralar. Kendisi hiç bir şekilde söz dinlememe ustası kesilmiş durumda. Bu yüzden evde sürekli bir gürültü söz konusu ben işten geldikten sonra. Muhtemeldir ki komşularımız “YANDIK” diyordur :) Beyimizin artık bir odası olduğu için, 3 yaşından sonra, söz dinlemezse ya da ağlarsa avaz avaz, odasına kapatma cezası vermeye başladım. Başlamasına başladım ama dayanması ne zor kardeşim, yapan nasıl yapıyor, nasıl dayanıyor?... O içeride ağlıyor, ben kapıda ağlıyorum. Hele “Anne, ben şimdi ne yapıcammmm? Yanıma gel, yoooluuurrr!” dedikçe, kalbim sıkışıyor resmen :(
Allah’ım sen bana dayanma gücü ver, yoooluurrrr!



Bunun dışında evde aslında çok iyi. Odasına aşık resmen, çok sevdi. Geçen akşam beni odasına davet bile etti :)
“Anne, ben odama gidiyorum, sen de gelmek ister misin?”



Bu hafta dayısı bizde. Onun mutluluğu da cabası tabii.
Dayısı çantasını onun odasına koymuş.
Dün akşam, çantanın başında durmuş “Ben şimdi bunu nereye koysam acaba?” diye kendi kendine söyleniyordu.
Dursun işte oğlum, niye kaldırıyorsun?” dedim
Hiç güzel durmuyor anne burda, baksana” dedi ve çantayı aldığı gibi bizim odaya götürdü! :P


Normalde banyo yapmayı çok sever. Yeni evimizde artık bir küvetimiz var. Küvetin içine girmek istemez, yıkamak sorun olur diye endişeleniyordum. Ben de küvetin içine küvetini koydum, bir sürü de oyuncakla doldurdum. “Bak ne güzel hazırladım suyunu, hadi yıkanalım” dedim. Güle oynaya yıkandı. Bunu da böylece atlatmış olduk. O kadar keyif aldı ki bu şekilde yıkanmaktan, sudan çıkartmak sorun oldu, doğal olarak elleri ayakları buruştu. Ellerine ayaklarına bakıp “Anne bak ellerim, ayaklarım çürümüş, eskimiş” deyip durdu :)


Şimdilik bizden bu kadar. Artık bayramdan sonra görüşebiliriz sanırım ancak. Bu yüzden hepinize MUTLU, HUZURLU, KEYİF DOLU BAYRAMLAR dilerim.

Bayramda bir yerlere gidecekseniz, dönüşünüzü OY vermeye ayarlamayı sakın ama sakın ihmal etmeyin olur mu? :)

Hadi BIY BIY BIY! :))))

Not: Biz bayramda Sakarya Karasu'dayız. Yolu oraya düşecekleri mutlaka beklerim :)

31 Ağustos 2010 Salı

Yeni ev... Yeni enerji...

Taşındık.

Ne meşakatli bir işmiş. Sanırsınız ilk defa taşınıyoruz.
Evlendiğimizden bu yana 3. ev aslında...

Yerleşmesi neyse de, asıl yoran bütün ama bütün eşyaları yıkamak oldu. Hala devam ediyor, düşünün. Herhalde bir ay daha sürer. Bir önceki evimizin rutubeti bütün eşyalara kokusunu bırakmış, yetmemiş rengini bile değiştirmiş çoğu giysinin...

Biz de maşallah resmen çöp ev gibiymişiz. Attığımız hırdavatın haddi hesabı yok. Taşınmadan önceki 1,5-2 hafta boyunca neredeyse her gün en az iki çuval eşya attık evden. Taşındıktan sonra da ona keza!!! Bütün atılanlara rağmen, şimdiki evimizde, ıvır zıvırımızı koyacak yer sıkıntısı çekiyoruz! Zamanla her şeyin yeri bulunur muhakkak ama şu anki görüntü benim çok canımı sıkmakta... Sabır lazım, di mi? SABIR...

Taşınmamızın en güzel kısmı, yeni evimize karşı Tibet’in takındığı tutum. Bir görseniz o kadar mutlu ki... Nazar değmez inşallah, hep böyle devam eder. Ortalıkta sürekli hoplaya zıplaya dolaşıyor, gülücükler saçıyor, odasını çok sevdi, vaktinin çoğunu orada geçiriyor. Tavana ışıklar söndüğünde parlayan yıldızlar, ay ve deniz hayvanları koyduk. Çok sevdi. Herkese “benim odamda ışıklar var.” deyip duruyor :) Uykusu geldiğinde, battaniyesini alıp “Ben odama gidiyorum, uyuycamm” diyor, tintini tintini odasına gidiyor. Yüzü hep gülüyor. Allah hep güldürsün inşallah, hiç bitmesin o gözlerdeki hayat...


Taşınma haftasının arasına bir gün kaçamak ekledik oğlumla. Burcu, Özden ve Simge ile beraber denize gittik. Ben bu sene nasılsa tatil yapamayacağım diye kendime mayo almadığımdan, oğlumda hala denize girme konusunda tedirgin olduğundan, sahilde oturduk. Oğlum kumlarda oynadı, ben kızları ağzımın suyu aka aka seyrettim :P

Kısaca bizden haberler böyle.
Yeni evimizin, yeni enerjisi bize iyi geldi. Daha bir huzurluyuz sanki. Umuyorum ki hep böyle devam eder. ...edecek...

Bizi merak eden herkese teşekkürler... Ne kadar mutlu oldum soranlara, arayanlara bir bilseniz.

Seviyorum sizi, iyi ki varsınız...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Susmalı

İyi olmaya çalışıyorum...
Gülmeye, gülümsemeye...
Görmemem gerekenleri görmeyip,
Duymamam gerekenleri duymamaya...

Söylenmemesi gerekenleri söylememeye...

Niye gözüme sokup,
Yetmeyip kulağımı tırmalarlar ki...

Susmalı...
Evet evet...


 
O yöne bakmayıp,
Kulaklıkları takıp, duymayıp,
Susmalı...

6 Ağustos 2010 Cuma

İlginç bir diyalog...


- Anne, babam benim karım, biliyo musun?

- Hayır canım, baban senin karın değil. Baban senin karın olamaz çünkü o erkek, o senin de söylediğin gibi senin baban.

- Sen mi babamın karısısın peki?

- Evet canım, ben babanın karısıyım, senin de annenim. Ben kadın olduğum için bana karı (ıııyyykkk) baban erkek olduğu için ona koca diyorlar. Sen de büyüyünce koca olacaksın, çünküüü sen de erkeksiinnn (offff! yoruldummm).

- O benim Şuştopaaammmm!!!

- O da olur canım :) evet, o senin Mustafan :D

- Senin de erkeğinnnnn!!!

- !!!!!!! eeeee, evet, o benim erkeğim !!!!!!!!

Ev ahalisinin hepsi ayrı bir köşede kıs kıs gülmekte,
ben ağzı açık ayran budalası misali oğluma bakmaktayım...

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Şöyle böyle...

Uzun zamandır birşey yazasım yok...
Bunun bir kaç sebebi var tabii...

Birincisi Temmuz’un kötü başlamış olması ve yaz sendromu sanırım. Temmuz’a iyi başlangıç yapmadık. Kuzenim bizi bırakınca............ ve bu sene henüz tatil yapamadım üstelik şöyle dolu dolu bir tatilde yapamayacağım görünüşe göre. Tatilimin bir haftasını böldüm zaten, diğer haftasını da taşınacağımız zaman kullanacağım. Bir ihtimal bu hafta sonu belki deniz görürüm, kısmet.

İkincisi, Tibet’in hem çok hızlı gelişim göstermesi hem de son günlerde fazla mızmız olması. Not alamayacak kadar hızlı büyüyor, huysuzluğu gittikçe çözümlerimi tüketiyor. Hemen hemen her akşam bir bahane bulup ağlıyor, ben susturmaya çalıştıkça onun sesi yükseliyor. Hiç sabrı yok. Bir şey istiyorsa hemen yapılmasını istiyor. "Bekle baban gelsin" ya da "elimdekini bitereyim sonra yaparız" dense bile ısrarla ve ısrarla istiyor, hiç durmadan, hiç susmadan... Bunları yazarken gözümün önüne şu şımarık çocuklar geliyor... Oğlum bu çocuklara benzemeye başlıyor galiba :(


Böyle olmadığı zamanlarda baldan tatlı velet! Bana olan sevgisi ve bunu gösteriş biçimi içimi eritiyor. Keyifli olduğu zamanlarda oyunları, birşeyleri isterken rica edişi, takındığı sevimli tavır, sevecenliği, vs.... öyle güzel ve seyredilesi ki... Anne olmaktan keyif alıyorum, onunla gurur duyuyorum...



Üçüncüsü şu anda oturduğumuz evin sürekli sorun çıkarması. Yok kombisi bozulur, yok petekleri sürekli sorun çıkarır, ilaçlanmasına rağmen böcek eksik olmaz, yetmedi bir de su bastı, tam oldu!!! Parkeler...

Dördüncüsü son günlerdeki iş yoğunluğu. Bu hafta sakin gidiyor ama son 1 aydır hem çok hızlı bir tempoyla çalışıyorum hem de çoğunlukla geç çıkıyorum ve sabah kalkıp tekrar işe geliyorum. Üstüne hafta sonu da birşey yapamamışsam...

Buraya birşeyler yazmaktansa Facebook’a fotoğraf yüklemek daha kolay oluyor açıkçası :)


Aslında güzel şeyler oluyor bir yandan hayatımda...

Mesela taşınacak olmamız... Yeni evin heyecanı var. Oraya tertemiz gitmek istiyorum, atılacakları, kullanılmayanları ayıklıyorum daha doğrusu fırsat buldukça yapmaya çalışıyorum(z).
Sonra kilo verdim :) uzun zamandır kendimle barışık olmamıştım bu kadar, hala vermek istediğim kilo olmasına rağmen üstelik...
Diğer kuzenim evlendi, o kadar güzeldi ki... Kuğu gibiydi.


Çok sevdiğimiz arkadaşlarımızın oğlu oldu. Nazım Ada...
Çok güzel arkadaşlarım var ve blog sayesinde bu güzelliklere yeni arkadaşlar ekledim...

Bundan sonrası iyi gececek umuyorum... biliyorum...
Şimdilik sakince bekliyorum...