24 Ağustos 2011 Çarşamba

Battaniyem değerli...

Pamuğumun battaniye aşkından bahsediyorum ara ara, bilirsiniz belki...

Bu battaniye aşkı öyle bir şey ki, anlatılmaz yaşanır. Misal bizim oğlan battaniyesiyle konuşur. Onu bir yerde bırakmak zorunda kaldığı zaman, kendisinden özür diler, neden bırakması gerektiğini anlatır. Sarılır, öper, koklar.

Beyefendinin battaniyesi, en kısa programda yıkanır çünkü bücür ondan ayrı uzun zaman geçiremez. Ayrıca belki de canı yanıyor olabilir battaniyenin canım, fazla dönmesine gerek yok orada di mi ama?!

Babasıyla hemen hemen her akşam aralarında şuna yakın diyaloglar geçer:

M: Tibet, bu akşam battaniyenle yatabilir miyim?
T: Bugün olmaz baba, Pazar günü yatabilirsin ama...
M: Geçen hafta da öyle demiştin ama Pazar günü geldiğinde Cumartesi yatarsın dedin.
T: Ama o gün battaniye seninle yatmak istemediii.
M: Bence sen beni oyalıyorsun Tibet.
T: Tamam babaaa, Pazar günü veririm dedim işte!


Ya da şöyle sonlanabiliyor en kısa ve netinden:

T: Veremem baba, battaniye bensiz uyuyamıyor!

Geçenlerde Deniz sayesinde bir şarkıyla tanıştım. Nakaratında battaniyesinden bahseden... Kumbağ dönüşü arabada çalmaya başladı. Ben de kendisine “Bak bu abiler de senin gibi battaniyesini çok seviyorlarmış, onun için şarkı yazmışlar.” dedim. İlgisini çekti, dinledi ve çok sevdi.

O kadar sevdi ki, her akşam şarkıyı söyletir oldu. Baktım olacak gibi değil cdye kopyaladım evde dinlemesi için ama o ne yaptı? Ben her aradığımda “Anne bak ne güzel şarkı” diyerek bir de telefonda dinletmeye başladı.




Neyseki şarkıyı ben de sevdim, yoksa halim niceydi :D

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bi koşu Kumbağ!

Cumartesi günü ani bir kararla eşimin bir yakınlarının daveti üzerine Kumbağ’a gittik. Tibet başta pek memnun olmayacak gibi sinyaller verse de, yaşıtı sayılabilecek bir bücürün varlığının farkına varınca pek mutlu oldu.

Dostlar, benim çekingen sandığım oğlum arsızın biri olmuş, Kumbağ’da bunu anladım. Davetli olduğumuz yer bir pansiyonmuş meğer. Bize de bir oda verdiler sağolsunlar. Yanlarda da kalan müşteriler var haliyle. Allah’ım oğlum sorgusuz sualsiz herkesin odasına daldı! Birinin bisküvisine göz dikti daldı, diğerinde kendine kardeş buldu daldı. Yanımızdaki odada kalanların Tibet’ten tahminimce 2 yaş büyük oğulları vardı. Bücür onu kendisine kardeş kabul etti. Ailesiyle gezmeye giderlerken “Kardeşimi kaçırıyorlarrrr!” diye bağrındı :))))

Herkese bir ton sorular, sualler. Bizim gibi misafir olan bir hanım Tibet’i yemek yemeye ikna etmeye çalışırken, kendi oğlundan örnekler verdi, bizimki “Oğlunu dövüyor muydun yemek yemediği zaman?” diye sordu. İnanamadım!

Sen nereden vardın bu kanıya be oğlum?! Ayrıca masadakiler kesin bizim Tibet’i dövdüğümüzü falan sanmışlardır. Ne de olsa çocuktan al haberi demişler. Zaten pansiyondan ayrılırken kadıncağız bana bir ton nasihatte bulundu. “İki yıl daha sabır göster, sakın çocuğu dövme!” falan dedi. :(

Böyle zor durumda bırakmaları dışında sakin ve güzel bir hafta sonu oldu.


Hafta sonumuzun en ilginç hikayesi bizim gibi misafir olan diğer hanımdan.

Bahsettiğim yandaki ufaklıkla Tibet oynuyorlardı bahçede. Bizler de oturuyoruz, bu diğer misafir hanımda bizimle beraber. Tibet’in “kardeşine” kaç yaşında olduğunu sordu. Çocuk bir duraksadı “Bir yaşındayım” dedi. “Aaa, olur mu öyle şey! Bak Tibet bile 4 yaşında, sen ondan kesin büyüksündür” dedi. Ufaklık “Hatırlamıyorum, anneme bir sorayım” dedi. Sonra Tibet’le oynamaya devam ettiler. Hanfendi de ufaklığın “Vasat zekalı” olduğuna karar verdi. Efendim “Vasat zekalı; yaşıtlarına göre daha geri zekaya sahip olmak” demek oluyormuş. “Acaba ailesi nasıl insanlardır, söylemek lazım, bir pedagoga götürsünler.” dedi. Ben de çocuğun çekingen olabileceğini, birisi sorduğu zaman büyük ihtimalle heyecandan unutuyor olabileceğini, hiç te öyle “vasat zekalı” göründüğünü düşünmediğimi söyledim ki gerçektende böyle düşünüyordum.

Ama hanfendi ne yaptı? Yemedi içmedi, gitti çocuğun annesine düşüncelerini söyledi! Sanki ben yapmışım gibi utandım. Kadıncağızın “Vasat zekalı mı? O da ne demek?!” diye soruşu aklımdan çıkmıyor. Kadın çok makul ve çok sakin bir şekilde oğlunun çekingen olduğundan, insanlarla iletişim kurduğunda heyecanlandığından bahsetti. Bizim hanfendi de ikna olmuş gibi davrandı ve gitti. Ben de ufaklığın annesine “Neden böyle bir kanıya vardı inanın bilmiyorum. Ondan başka öyle düşünen yok, emin olabilirsiniz” dedim. Niye yaptıysam, kendimce destek olmak istedim herhalde.

Allah böyle çok bilmişlerden korusun çocuklarımızı ne diyeyim!...

Bu arada Dolunay bizi en çok eğlendiren blog seçmiş.
Kocaman öpücükler, en büyüğünden teşekkürlerrrr :))))))

16 Ağustos 2011 Salı

Şimdilik...

Son günlerde pek bir asabiyiz.

Önce bir şeyi yapmamak için, sonra benim ya da babasının kızdığını anlayınca bu sefer de yapmak için inatlaşıyor ve yetmiyor ağlıyoruz. Çoğul konuşuyorum çünkü bu durum etki-tepki misali karşılıklı.

Önce anlatmaya, izah etmeye, ikna etmeye çalışıyorum sakin sakin.
Ben sesimin tonunu olabildiğince yumuşatmaya çalıştıkça, onun sesi zıvanadan çıkmaya başlıyor. Onun sesinin tonu çığlığa dönüştükçe, benim sakinliğimin ipleri kopuyor.
“Yapmazsan yapma! Sen kazandın, ben artık sana yap demeyeceğim!” diyen, pes etmiş ama kızmış, küsmüş cümlem, onda bu sefer yapmak için ağlamaya, inatlaşmaya dönüşüyor.

Yoruluyorum...
Sürekli anlatmaktan, anlattıklarımı dinlemeyip burnunun dikine gitmesinden, zinciri kopmuş ağlamalardan...
Bir de dile yapışan “Sıkıldım”lardan ama en çokta o sıkıldımlara çare bulamamaktan.

Bu atışmaların ardından gelen “İsteyerek yapmadım, seni bir daha üzmeyeceğim”ler ısıtsa da içimi, beyne yerleşen yorgunluk hissini eritemiyor.
Şimdilik...

Yine de dün gecemin neşesi, bugünümün aydınlığı olan şu fotoğraflara bakıpta, yorgunluğumu hatırlamam mümkün mü?
Şimdilik... :)

 



14 Ağustos 2011 Pazar

İyi ki varsın...

Birine DOST demek kolay değil.

Hele ki bir DOST bulmak hiç kolay değil.

Çok şanslıyım...

İyi ki doğdun.

Daha nice yıllarımız birlikte olsun.

Meleklerin heeeppp yanında olsun, melek kadın...

Seni çooookkk seviyorum...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bravo yahu!

Geçen aydı sanırım Hotpoint-Ariston'un iletişim ajansı "We are social" Orkide Hanım’dan bir mail geldi. Başta spam zannettiğim maili nasılsa açıp okumaya karar verdim ki, spam olduğunu düşündüklerimi okumadan atarım. İyi ki atmamışım. Orkide Hanım mailinde Tibet’i anlatma tarzımı dikkate değer bulduklarından bahsetmiş ve Hotpoint-Ariston'un fotoğraf yarışmasına katılıp katılmayacağımı sormuş.

Ben böyle yarışmalara güvenmem açıkçası. Çevresi geniş olan içindir böyle yarışmalar. Bende de öyle bir çevrenin olduğuna inanmıyorum. Kendisine bu düşüncemi dile getirdim ama bu yarışmanın uluslararası olması sebebiyle şansımın diğer yarışmalardan daha yüksek olacağına ikna etti beni. Nitekim katıldım :) Katıldıktan sonra hediye göndermek için adresim istendi. Açıkçası gelecek olan paketten fotoğraf çerçevesi çıkar diye bekliyordum ama Tibet ve Yaz (blogta aşkından sürekli bahsetmem dolayısıyla) için araba ve prenses temalı, pipetli çok güzel bardaklarla birlikte Steve McCurry'nin çektiği fotoğrafın orjinal bir baskısı çıktı. Doğrusu sunum o kadar harikaydı ki; çalıştığım ajansta kutuyu topluca açtık diyebilirim :)



Dilerseniz bu yarışmaya sizler de katılabilirsiniz.

"Aile" temalı fotoğraf yarışmasının detayları şöyle:

Family Portraits yarışması Avrupada'ki ailelerin günlük hayatlarından, unutulmaz anların ölümsüzleştirildiği kareleri arıyor. Yarışmaya katılmak için:

10 Ekim 2011 tarihine kadar ailenizle birlikte çekilmiş bir veya birden fazla fotoğrafınızı http://family.hotpoint.eu/ adresine yükleyeceksiniz (bağlantıda sorun yaşarsanız Hotpoint Ariston'un sitesinden adrese ulaşabilirsiniz.) Yüklenen tüm fotoğraflar tüm Türkiye genelinde aynı adresteki siteye giriş yapan kullanıcılar tarafından oylanacak ve en çok oyu alan ilk 100 fotoğraf finale kalmış olacak.

Gelen mektuptan yanlış anlamadıysam, finale kalan 100 fotoğraf, ben ve diğer 4 fotoğraf blogcusu arkadaşım tarafından değerlendirilecek ve aralarından 10 fotoğraf seçilecek. Son olarak Steve McCurry bizler tarafından seçilen bu 10 fotoğrafı değerlendirip kazanan fotoğrafı belirleyecek.

Hotpoint-Ariston'a ama bilhassa İletişim ajansı "We are social”a çok ama çok teşekkür ediyorum ve onları tebrik ediyorum, hemi de başka bir ajans çalışanı olarak :)))

Bizim fotoğraflarımız için buraya tık tık...

9 Ağustos 2011 Salı

Ayrı tutmak

Çocukların beyinlerinden neler geçiyor bilemiyorsunuz. Kimi kişileri çok kolay kabulleniyor, kimilerini bir türlü kabullenemiyorlar.


Kabullenemediklerine karşı da ne yazık ki fazla acımasız oluyorlar. Acımasız oldukları kişi bir büyükse onları tolere edebiliyor ama bir çocuksa bu davranışları anlamlandıramıyor.


Eski iş arkadaşlarımla hala görüşüyorum. Elimizden geldiğince, 1-2 ayda bir kere bir araya gelmeye çalışıyoruz. Onlardan ikisinin de Tibet’le yaşıt çocukları var. Buluşmalarımızda bunun da etkisi büyük, çocuklar kaynaşsın istiyoruz. Ama nedendir bilinmez, Tibet diğer bücürler tarafından, en başından beri pek kabul görmedi. Sürekli ayrı tutuluyor, oynamak istenmiyor ve oğlum hep uzaktan izleyen oluyor. Dediğim gibi onları bu yüzden suçlayamam, sonuçta kafalarında neler döndürüyorlar bilemiyorum, neticede çocuklar işte. Ama oğlum için üzülmemek elimden gelmiyor. Üstelik onlar istemedikçe benimki daha çok onlara yakınlaşmak istiyor, büyük ihtimalle niyeti bu inadı kırmak.


Ne yazık ki onun bu ısrarı daha fazla gerginliğe yol açıyor. Son buluşmamızda da aynı şeyler tekrar edince, bir dahaki her buluşmaya artık Tibet’i götürmeme kararı aldım. Onun her seferinde üzülmesindense böylesi daha hayırlı.


Neyseki çocuklar çabuk unutuyorlar. Yolda gelirken evde onu bekleyen sürprizin heyecanı çoktan sarmıştı bile kendisini. Sürprizini o kadar çok sevdiki, iki gün boyunca neredeyse başından kalkmadı. Sürekli “inşaat” yapmak istedi. Yine sürpriz olan arabalı tabağından yemeğini yiyip, kupasını araba gibi kullandı.


Yine sonraya sürpriz niyetine bırakılan helikopterini evin dört bir yanında uçur(t)du. Üstüne Pazar akşamı babasıyla o kadar güzel oynadılar ve bizi de o kadar eğlendirdiler ki... Uzun zamandır gözlerimden yaş gelene kadar güldüğüm olmamıştı.

 Canım oğlum, Allah hep güldürsün yüzünü...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Tilki döndü dolaştı

Bir tatil daha bitti.

Bu sene zor başlayan, neyseki başladığı gibi bitmeyen, bende bıraktığı hissi tanımlamakta zorladığım bir tatil bitti işte.

Huzurluyum ama sanki hiç tatile çıkmamış gibiyim bir yandan da. Sanki Cuma eve dönmüştüm de, hafta sonu bir kaçamak yapmış yine işe gelmiş gibiyim. Büyük ihtimalle hafta sonu tatilin finalini güzel yaptığımdan bu hissim.


Rotamız her zamanki gibiydi yine. Karasu’ya gittik. İlk defa çekirdek aile olarak Karasu’da olmak Tibet’e zor geldi. Sürekli “Ben sıkıldım, eve dönelim, kimse yok burada” deyip durdu.

Kendisinden denize girmesi adına çok beklentim yoktu ama kuma bile basmak istemeyeceğini hiç hesaba katmamıştım(k). Beyefendi “Ayağıma kum kaçtı anneee, temizleeee!” nidalarıyla, sürekli kucakta olmak istedi. “Deniz bugün dalgalı girmem!” ya da “Deniz bugün kirli, girmem!” cümleleri denize inebildiğimiz iki gün boyunca kulaklarımın yakın arkadaşı oldular.


Kalan günler bir nevi ev hapsi gibiydi. Neyseki büyük ve küçük halamlarda geçirdiği vakitten hoşlandı da, ev dışına çıkabildik az da olsa. Bir gün de kuzenim geldi, onunla vakit geçirdi güzelce.


Eve dönmeden bir gece öncesi Kocaannesi ve ahalisiyle hasret giderdi. Onlara doyamadıysa da evdeki yatağını merak etmekten de geri durmadı. Eğer uzun süre yatmazsa yatağını götüreceklerine kanaat getirdi, bir an önce eve dönmek istedi.


Bizim çekirdek ailemizin gerçek anlamda tatili ise Cumartesi günü bu güzel ailenin yanında oldu. Sofrasıyla, mangalıyla, güler yüzü, sohbetiyle harika bir gündü. Hem birbirimizle hasret giderdik, hem de çocuklarla çok eğlendik. Bu güzel günün en büyük kârı Tibet’in ilk defa suya girmesi oldu. Kendisini havuza girmesi için zor ikna ettik. Sonunda havuza sokmayı başardık ama bu seferde çıkması için ikna etmemiz gerekti :) Gözüne kaçan havuz suyu yüzünden, gözünü bir süre açmakta zorlanınca çıkmak zorunda kaldı ama havuzu anlata anlata bitiremedi. “Yine havuza gideriz di mi?” diye sorup duruyor hala.


Ne olursa olsun, tatil özellikle Tibet’le beraber olmak adına keyifliydi benim için. Onun bizimle olmaktan duyduğu mutluluğu görmek adına keyifliydi. Ve... Arkadaşlarıma özlemimi saymazsak işten uzak kalmak adına keyifliydi :)

Nitekim... Tatil güzel şey arkadaş! :))))