29 Mart 2010 Pazartesi

Mutluluk dediğin...

Ananenin yaşgününde, mumlarına ortak olmaktır.

Oyuncağının içine mendil sokabilmektir.

Annenin gözlüğüyle şebeklik yapmaktır.

Anneyle birlikte fotoğrafını çekebilmektir
ya da çektiğini sanmaktır.

Gelen hediyelerin suyunu çıkarmaktır.

Güya bozulmuş bisikletini tamir etmektir.

Sonra anneyle civcivi bisiklete oturtup,
çalışıyor mu diye kontrol etmektir.

Annenin en sevdiği kemerle Rambo olmaktır.

Teyzeyle şekilden şekile girmektir.

Hayranı olduğun arabaya binmektir.

Senin olanı sürüye sürüye de olsa
kendin taşımak istemektir.

Ayça'nın senin için feda ettiği kitaba
tombik ellerinle anne için balon yapmaktır.

Huzurla uyumaktır.

Sevdiklerin çevrende diye
herşeyden fazlasıyla keyif almaktır.

ve...
Mutluluk işte böyle bir evlada sahip olmaktır...

24 Mart 2010 Çarşamba

USB Stick

- Bu ne anne?

- Bunun adı USB stick canım.

Ufaklık soran gözlerle bakıyor...

- Bununla bilgisayardan bilgisayara veri aktarabiliyorsun (ne bilimsel açıklama yapmışım ama di mi?) ya da bir telefona mesela şarkı yükleyebiliyorsun.

- Bi de bununla inteynete giyiyoysun di mi?

- Höynkkk!!!
(daha yeni birşey bu, nerden biliyorsun yahu?)
 

23 Mart 2010 Salı

Anneler! Hadi "Anne sözü" dinlemeye!


Çoğumuzun en büyük sıkıntısı:
"Bu hafta sonu ne yapsam da çocuğumu memnun etsem, nereye götürsem?"
ya da çocuğum için bu aldığım faydalı mı, doğum gününde arkadaşımın çocuğuna ne almalıyım, hangi kitap, hangi oyuncak daha iyi, hangi ürünü kullanmalıyım, vs. vs......

Güzel Yaz'ın güzel annesi Deniz bir anne olarak deneyimlerimizi paylaşabileceğimiz bir platform oluşturdu: "Anne Sözü"

Hadi sizde gelin, tecrübelerinizi, tavsiyelerinizi tüm annelerle,
tüm ihtiyaç duyanlarla paylaşın....

15 Mart 2010 Pazartesi

Kandıramazsın beni!

Bir anne ve oğlunun uyku hikayesidir....

- Bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı....................

- Ayy Tibeeetttt!!! Sakin olmaya çalışıyorum ama zorluyorsun!
Yeter artık amaaaa! Saat kaç oldu oğlum, uyu artık!
Vallahi çok kızıyorum ama artık, aaaaaaa!!!
Az kaldı zıvanadan çıkmama!!!

Ufaklık bir an sessizleşir amaaaa :
 - Caniiimmmmm! ama ben seni çok seviyoyuuummmmm!

- Eheehehhheee!
anlık bir gevşeme söz konusu olsa da anne çabuk kendine gelir:

Hooyyytt! Kandıramazsın beni böyle!
Dön uyu çabuk!!!

Küçük bey işe bilen işe gitmeyendir!:
- Caniiimmmm! ben çok öslüyoyum seni amaaaaa!!!
bir yandan annenin yanağını okşamaktadır...

- Heheheeee! (dönüp sarılır oğluna)
 Ne diyordun aşkım sen, anlat hadi!
(32 diş görünüyordur)

- Bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı....................

9 Mart 2010 Salı

Yaşasın! Başardık!

Cumartesi günü arkadaşlarımla buluşacaktım aslında.

Tibet’te biraz öksürük, hafif burun akıntısı ve bolca huysuzluk olunca bırakıp gitmeye içim elvermedi. Zaten bütün bir hafta birbirimizin yolunu gözlüyoruz, hasta hasta bırakamadım, arkadaşlarım kırıldılar galiba bana :(

Neyse, konuya başlamadan dağıtmayayım, anlatacağım bu değil tabii :)

Çok ilginç, çok beklenmedik bir gelişme yaşandı bu hafta sonu bizim cephede.
Bütün amaç bir denemeydi, öylesine...
ama sonuç hiç ummadığımız şekilde olumluydu :)

Takip ettiğim bloglardan birinde (bir türlü hatırlayamıyorum, bu yazıyı okursa eğer, onlar bizdik desin ne olur!) okumuştum. Emziği ufaklığın kendisine attırmışlardı ve bıcırık bir daha istememişti.

Benim Tibet’e emzik bıraktırma gibi bir niyetim yoktu aslına bakarsanız. Sebebi de sadece uyku sırasında emzik kullanması. O yüzden pek önemsemiyordum ama işte aklıma düşünce çöpe atma hikayesi, deneyesim tuttu :) ve olay şöyle gelişti :

Tibet’e “Emziği atmak ister misin?” diye sordum, pek bir hevesle kabul etti bücür. “Ama” dedim “iyice anlamalısın, eğer atarsak bir daha emzik almayacağız ve emziksiz uyuman gerekecek”. Bir an bir tereddüt eder gibi oldu “Atmak istiyoyum anne” dedi. “Peki” dedim ve arka pencerenin camından büyük bir coşkuyla attı emziğini aşağı!

Biraz zaman geçip, uyku ağır basınca emzik istedi tabii. Bunu bekliyordum zaten. “Attın ya Tibetcim emziği, yokki emziğin” dedim. “Teyzem alsın gelirken” dedi. “Söyleyelim teyzene, bulursa alsın o zaman” dedim. Teyzesi bulamadığını söyledi doğal olarak ve o gece emziksiz uyuduk.
Biraz sızlanarak ama çabucak sızarak hem de...

Sabaha karşı uyandığı bir ara, bugüne kadar hiç istememiş olmasına rağmen emzik istedi. Yine attığını söyledim, arkasına dönüp hemen uykuya daldı tekrar...

Asıl zorlu olan gün Pazar oldu...
Çok huysuzluk yaptı, türlü bahaneler uydurarak ağladı durdu. Araya emzik istediğini sıkıştırdı ve aynı cevabı aldı. Üstelemedi daha doğrusu sanırım üsteleyemedi ama, o huysuzluğun dibine vurdu, biz de anlayışın :)

Akşam olupta uyku vakti yaklaştıkça “Anne biz şimdi emziksiz uyuycaz” deyip durdu. Emziksiz uyuyacağı için takdir gördü, takdir gördükçe gururlandı, gururlandıkça emziksiz uyuyacağını tekrarladı. Yandan yandan gülüşler attı... Uykudan önce yine huysuzlandı ama yine hızlıca sızdı... ve bu sefer bütün gece boyunca hiç emzik istemedi :)

Bu arada bir hatam oldu sanırım. Ona “Bak sen de abi oldun artık” dedim, maksadım onu teşvik etmekti aslında. Cevabı “Ben Abdullah mı oldum simdi?” oldu! (komşunun oğlunun adı Abdullah ve ona abi diye sesleniyor) Afalladım... “Hayır” dedim “hani Abdullah emzik kullanmıyor ya, onun için öyle söyledim”. Sanırım bunu kıyaslama gibi algıladı. Hiç öyle bir niyetim yoktu aslında. Ağzımızdan çıkana gerçekten dikkat etmek gerekiyor. Çok üzüldüm sonradan ama söylemiş bulundum/bulunduk bir kere.. Üstüne annem de tesadüfen “Benim oğlum abi oldu artık” dedi. Bizimki “Ama ben Abdullah diilim ki, Tibetiiimmm!” diye cevap verdi.

Bir çocuğun anneye tokadı da böyle olur işte! Bu da müstehak bize! :)
Onlar düşe kalka büyüyor, biz de yanlış, doğru yapa yapa ebeveyn oluyoruz maalesef :))))

Neyseki sonuç güzel oldu...
Şimdi “Ben artık emziksiz uyuyorum” diye ilan ediyor herkese :)
Kocaannesine, Bayay’a (Bahar), Şuştopa’ya, Asan’a (Hasan), Beste’ye...
Bunu başardık demek için Pazartesi’nin geçmesini özellikle bekledim, hani ne olur, ne olmaz diye. Onu da atlattık çok şükür.

Artık emziğimiz yok :)

Sırada bezi atmak var...

Şimdiden konuşmalar yapılıyor. Henüz ikna edemedik ama havalar biraz ısınsın...
Onu da böyle kolaylıkla hallederiz inşallah...
Bu Tibet’in son emzikli fotoğraflarından...

Bu da Tibet’in en sevdiğim emzikli fotoğrafı olarak kayda geçsin lütfen! :)

Darısı emzik bırakmak isteyen minikler ve annelerinin başına :)
kim istiyor kim istemiyor tartışılır ya gerçi :P

8 Mart 2010 Pazartesi

Kadınlar

Biz kadınlar gücümüzün farkında bile değiliz.

Dizginleri çoktan bırakmış,
Çarkın dönüşünü o kadar kabullenmişiz ki...

Farkında değiliz, isteğimiz dışında dünyamızı yönettiğimizin...

Sibel Atasoy'un "Bir Kadını Öldürmek" kitabından 4 bölüm var bu linkte...
Ve bu linkte kadınlar üzerine, kadınların elinden bir sürü yazı var...

Gücünün farkına varan kadınlarla dolu bir dünya dileğiyle...

Gününüz kutlu olsun...

5 Mart 2010 Cuma

2009 MİMi...

Çikolata Ağacı beni mimleyeli çoook oldu aslında. Doğal olarak bu mimi çoookkk önce cevaplamalıydım. Kusuruma bakma Çikolatam tamam mı?

Maalesef üzerinde bunca zaman düşündürecek kadar zorlu oldu benim için.
Nedenini kısaca beklentilerin üst üste geldiği bir yıl oldu diyerek açıklayabilirim.

Bu beklentiler üst üste gelipte, 2009 yılı içinde gerçekleşmeyince, ciddi bir hayalkırıklığı yaşadım ne yalan söyleyeyim. Ama böyle zorlu dönemlerin insana öğrettikleri oluyor. 2009 benim öğrenciliğe başlama yılım oldu tekrar ama farklı bir alanda...

Bu durumda mim’e şöyle başlamalıyım :

Allah’a şükürler olsun!

Başımızı sokacak bir evimiz var,
getirisi olan bir işim.

Çok güzel, geniş bir ailem var.

Allah’ın bana lütfu bir evladım var
ve sevdiğim bir adam...

Dostlarım, arkadaşlarım var...
hem sanalda, hem gerçek hayatta.
Üstelik bir elin parmaklarından fazla!

Sağlıklıyım...
Sevdiklerim de sağlıklı...


Ve biliyorum ki güzel günler yakın...
Ve biliyorum ki bunun herkes farkında aslında...




2009 benim için
"Şartlar zor bile olsa, keyif alacak, mutlu olacak bir yanı vardır hayatın"
dediğim, bunu aradığım bir yıl oldu.


ve 2009 çoğu insan için “şükretmeyi öğrenin” yılı oldu sanırım...

Şükretmeyi hiç unutmamak dileğiyle...

Artık 2010’un 3.ayına geldik... Bu yüzden kimseye paslamıyorum :)

4 Mart 2010 Perşembe

Pazar

Pazar günü Deniz'in de şu yazısında anlattığı gibi eski iş arkadaşımız Nevcihan'ın oğlu Mete'nin yaşgünündeydik. Tropikal Cafe'de.

Mekanda çocuklar için alanlar mevcut. Oyun odası, top havuzu, kaydırak, vs....

Yaşgünü sırasında çocukların başında bir abla olacaktı ama abla anneler çevrede olduğu müddetçe ortada görünmeyince, bırakıp oturmakta mümkün olmadı tabii. Hatta bahçede kurulan masayı bu yüzden içeri aldırmak zorunda kaldık.

Mete'nin bu yaşgünü sayesinde, çocuk çok olunca evde ya da dışarıda yapmanın tek farkının evin dağılmaması olduğunu anlamış olduk böylece :)

Tibet ve Yaz'ın iletişimleri süperdi. Sanki doğduklarından beri beraberlermiş ya da sık sık biraraya geliyorlarmış gibi harika anlaştılar. Özellikle dönüş yolunda uyumak için birbirlerinin ellerini tutmaları, Tibet'in uyudu mu diye Yaz'ı kontrol etmesi ve onun uyuduğuna kanaat getirince uyuması görülmeye değerdi.

Özellikle top havuzu çocukların gözdesi oldu. Tibet sanki gökyüzünü seyreder gibi uzanıp durdu topların arasında.

Yaz kendisine "Fıstık" yapsın diye Yaz'ın peşinde dolandı :)
videosu burada

Kuleler yaptı...
Sağdaki fotoğrafta Deniz'e bakıyor öyle hayran hayran :)
 
Deniz ablasını çok sevdi :)

 Yaşgünü pastası geldiğinde niyeyse çok şaşırdı...

Deniz ve Yaz ne güzel çıkmışlar değil mi?
"İnsanın güzelliği yüzüne yansır"ın deyiminin
örneklerinden benim için bu ana kız işte :)))

Özle ve oğlu Ali Ömer'de diğer örneği :)
Çok özlemiştim Özle'yi. Çocukların peşinde koşturmaktan pek söyleşemedik ama en kısa zamanda bir araya gelme kararı aldık...

Bir pazarı da böyle bitirdik. Yorgun ama mutlu :)

3 Mart 2010 Çarşamba

Cumartesi

Tibet Bey son zamanlarda başımıza ressam kesildi. Kendisi boya kalemlerini alıp, bir köşeye çekilip resim çalışmaları yapmaya başladı. Hal böyle olunca kendisine bir çalışma masası almak şart oldu tabii. Zaten beyefendi talepte bulundu "masa istiyom" diye. Kendisini de alıp, cumartesi günü Bayrampaşa İkea'ya gittik.

İkea'nın çocuk katı, çocuklar için bulunmaz nimet gibi. Ortaya masalar atmışlar, oyuncaklarını üzerlerine koymuşlar, her masada çocuk kaynıyor haliyle.
Eh bizim adamın etrafında "kardeş" olsun, başka neye hacet! :)

Bu sefer bir kıza taktı.
Kız başka masada oturuyor, gidiyor masasına "gel benimle otur" diyor.
Kız da nazlı tabii, gelmem diyor :)
Baktı olacak gibi değil, gitti yanına oturdu... ama bir baktı ki kızdan iki tane var!
Bir ona bakıyor, bir ona...
Sonra ne düşündüyse artık, kalktı tekrar diğer masaya döndü.
Büyük ihtimalle tehlikenin kokusunu aldı :))))


Kendisine iki sandalyeli bir masa aldık. Evde kurduk ve köşesine oturttuk.
Beyefendinin artık bir çalışma köşesi var ananesinin evinde :) yanında gördüğünüz oyuncakta "Civciv Kaan". Boyundan büyük kendisi ama çok samimi arkadaş oldular. Son zamanlarda sadece Tibet'le değil, Civciv Kaan'lada sohbet etmek zorunda kalıyorum telefonda ve hatta o da bizimle beraber yatıyor, o kadar kankalar yani :)))


İç ses: Masa tamam olmasına tamam ama be kadın, aldın resim masasını git çocuğuna bir de resim defteri al di mi? Almazsan böyle eski defterler ortaya dökülür işte!!!
Müstehak sana! :)

1 Mart 2010 Pazartesi

Mektup

Oğlum...

Sen aramıza katılmaya karar verdiğinde ben 34 yaşındaydım.

37.8 yaşındayım artık.

Hayattan çok büyük beklentilerim olmadı benim.
Ulaşılmaz hedeflerim olmadı, hatta ulaşılabilir hedeflerim bile olmadı.

Mesela, üniversiteye gitmeyi hayal ettim ama bu benim hedefim olmadı hiç (zaten gerçekleşmedi). İyi bir mesleğim olsun diye hayaller kurdum ama bu benim hedefim olmadı hiç (gerçekleşti mi, o da tartışılır). Hiç hırslarım olmadı, muhakkak yapmalıyım dediğim.

Mesela evlenmeyi hayal ettim ama evlilik hedefim olmadı hiç. Babanla karşılaştığım sıralarda evlilik hayal bile olmaktan çıkmıştı ve “ideal eş” tanımından da çok uzağım üstelik :)

Ve oğlum; bir çocuğum olsun hayalleri kurdum ama anne olmak hedefim olmadı hiç. Kendimi bir anne olarak düşünmek çok uzak gelirdi hep.

Ama...

Senin karnıma düştüğünü biliyordum!
taaa içimde, tam kalbimde... hissettim seni, duydum sesini...

Geldiğini hissedince anladım aslında bütün hedefimin “senin annen olmak” olduğunu, o zamana kadar sadece bunun için yaşadığımı!
Dünyam seninle renklendi, seninle anlam buldu.

Ve o andan itibaren attığım her adımı sana layık olmak için atmaya başladım.
Evet, evet, tam anlamıyla sana layık olmak için!

Senin varlığınla anladım, evladın ebeveynine layık olmasının değil, ebeveynin evladına layık olması gerektiğini.

Anladım ki; senin gözlerinin gülmesini istiyorsam eğer, önce kendi gözlerimin gülmesini sağlamalıyım. Senin hayata tutunmanı istiyorsam eğer, önce ben hayata tutunmalıyım. Senin her koşulda dengede kalmanı istiyorsam eğer, önce ben dengede kalabilmeliyim. Senin “hala umut var” demeni istiyorsam eğer, önce ben umutlarımı canlı tutabilmeliyim.

Senin “SEN” olmanı istiyorsam eğer, önce ben kendimi bulmalıyım.

Yani demem o ki bebeğim:


Arkandan kulağına fısıldayan olmadan “Anne seni çok seviyoyum” dedin ya bana, artık layık olmak için ne yapsam az sana!