30 Aralık 2010 Perşembe

Yeni bir başlangıç

Bana şöyle bir yeni yıl maili gelmiş ve çok hoşuma gitti :

Cennet orada,
su kapinin ardinda,
hemen yandaki odada;
ama ben anahtari kaybettim.
Belki de sadece koydugum yeri unuttum.


Halil Cibran


2011 senesinde;

Saglikli, mutlu, refah icinde ve basarili olmanizi,


Ayrica;


Kim oldugunuzu, neden burada oldugunuzu ve anahtarinizi nereye koydugunuzu hatirlamanizi seciyoruz.


Mutlu seneler....



Aynı dilekleri ben de herkes için diliyorum...
Sahip olduğum herşey için şükürler olsun...

ama yeni yıldan yine de beklentilerim var tabii :)
kısaca şöyle özetleyebilirim :



Hepinize mutlu, sağlıklı, huzurlu, bolluk bereket dolu yeni bir yıl dilerim...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Hoşuma gitti...

  • Anne, ben seni çok seviyorummm.
  • Canım benim, aşkımmm! Ben de seni çok seviyorumm.
  • Anne, evlenelim mi?
  • Kim, senle ben mi?
  • Eveeet, hem giyinik te giyersin. (giyinik=gelinlik)
  • Ama olmaz ki bebeğim, ben babanla evliyim ve senin de annenim.
  • Aman anneee, şakacıktan canımmm!
  • Ha, iyi madem, şakacıktansa mesele yok! :P


Şu minikler neden kötüyü çok kolayca kaparlar ki?...
Babasının sinirlenip koyverdiği bir lafı hemen kapıvermiş... Neyse ki yanlış duymuş :)
Allah bekletmesin! Allah kahretmesin

görsel kaynak: http://www.supercoloring.com/

22 Aralık 2010 Çarşamba

Birikti

Gün geçtikçe, söylediklerini, yaptıklarını not almak güçleşiyor bücürün...
Yakalayabildiklerimi not alıyorum ama not alamadıklarım yitip gidiyor ne yazık ki...

Büyüdükçe onunla sohbet etmek güzelleşti, ilginçleşti. Hem gözlemlediklerini, hem merak ettiklerini ve bazen de hayal gücünü bir araya getirip, öyle şeyler söylüyor ki... gülmek, şaşırmak kaçınılmaz oluyor...

Büyüdüğüne tanıklık etmek çok güzel...
Her geçen gün, varlığına şükrediyorum... iyi ki diyorum, iyi ki geldin...

Hala yarım yamalak söylediği kelimeler var hayatında ve bazıları var ki bunlar hep öyle kalsın istiyorum ne yalan söyleyeyim :)

Sigaş : Sıcak
Sayırcı beyciler : Sayın seyirciler
Tıkalamak : Pompalamak


Kimileri cümle içinde güzel

Ağzıma kaçık kaçtı! kaçık: kılçık

Bazen öyle cümleler kuruyor ki, mantığına bayılıyoruz

  • Anne, sizin işiniz nerede yaşıyor?
  • Anne, babama n’oluyo yaaa?! Hiç trafiye tayamülü (tahammülü) yok! babasının trafikte sürekli söylenmesine istinaden
  • Ananeler, babaneler namaz kılarlar. Sen anane diilsin ya annesin, onun için gerek yok namaz kılmana! çocukcaaz annenin namaz kıldığını görmeyince böyle karar vermiş :P
 Büyüdükçe tavır koymaya başladı beyefendi
- Anane, asla konuşmiicam seninle!
- Aman iyi, konuşma! Belli ki ananesi çok kızmış :)
- Ama anane “Ben seni çok seviyorummm” demen gerekiyordu!

Bazı durumları kendince çözümlemeye başladı
- Anne bizim saçlarımızı kim yapmış biliyo musun?
- Kim yapmış bebeğim?
- Berberler.
- Yaaa, hiç bilmiyordum. Nasıl yapmışlar?
- Böyle saçları sokmuşlar, sokmuşlar kafamıza ki, sonra uzayınca kesmek için...
- Vay be! Bak sen şu berberlere!
- Yaaa, öyle işte...!!!



Ve AŞK...

  • Anne, Yaz ne yapıyordur acaba? Bi arasak mı ne dersin? yol yapmayı bile öğrendi aşk sayesinde :)
  • Anane, Yaz gelicek bize. Sen gitme, o geliceği zaman, seninle tanıştırıcam, tamam mı? o kadar ciddiye alıyor aşkını, siz düşünün gerisini. Platonik olmasa bari :D

14 Aralık 2010 Salı

Ayıkla pirincin taşını...

Bizim küçük adam, çaktırmadan farkettirmeden büyüyor.
Hala birşeylerden anlamaz diye basit konuşmaya çalışmak, dönem dönem hem bizi aptal durumuna düşürüyor, hem de çok doğal olarak ona yetmemeye başlıyor. Mantığı devreye girmeye başlayınca, verilen cevaplar da onu tatmin etmeyebiliyor...

Ne zaman bu kadar büyüdü? hayret!......



Dün çok net hissettirdi bana büyüdüğünü...

-    Anne, bizim sesimiz nereden çıkıyor?

Ondan beklemediğim kadar cevabına aç bir soruydu. Gayet açıklayıcı anlattım. Anlamış gibi mi davrandı yoksa gerçekten anladı mı hala soruyorum kendime.

Çok olgun davrandığı kesin...

-    Yaa, demek öyle
diyerek karşıladı cevabımı... Ama arkasından gelen soru beni gafil avladı:

-    Anne, peki bizi kim yaptı?

O kadar düşünmeden verdim ki cevabı, o kadar otomatik...

-    Allah yaptı...
-    Yaaa, Allah mı yaptı?
-    Evet canım.
-    Babamı da mı?
-    Evet
-    Anane mi?
-    Onu da
-    Beni de mi?
-    Evet canım...
-    .....
-    .....
-    Peki o zaman...
-    ????


Neye peki dedi, kendince Allah’ı nereye koydu da bu kadar kolay kabullendi bilemiyorum...

Halbuki vermem gereken cevap bu olmamalıydı; “Babanla birbirimizi çok sevdiğimiz için sen oldun, dedeyle anane birbirini sevdiği için ben oldum.” gibi onun kafasını karıştırmayacak, daha anlaşılır bir cevap vermeliydim...

Bir süre sormazsa unutur mu?

Hiç sanmıyorum...

Ah Sibel... Yarın öbür gün tekrar sorarsa nasıl toparlayacaksın?
Ayıkla şimdi pirincin taşını...

Not: Fotoğraflar Tibet'le yaptığımız deneme çalışmalarından... Nasıl olmuş?

8 Aralık 2010 Çarşamba

Kitap Sevdası

Aslında suçluyu uzakta aramaya gerek yok...

Oğlum kitapları sevmiyor diye hayıflanıp duruyorum ama küçükken benim de ondan farkım yoktu. Kitap okumasına okurdum ama ya ödev verildiği için ya da çevremdeki bir kaç arkadaştan güzel olduğunu duydum diye heveslendiğim için. Evde kitap okunmazdı da diyemem... Babam okurdu ama ortada değilde yatmadan önce yatağında. Bu da bende beklenen etkiyi yaratamadı muhtemeldir ki...

Benim kitap sevdam, lise ikinci sınıfta Haluk abi sayesinde başladı. Yanında staja başlamıştım ama bana iş öğretmekten ziyade beni sosyal bir insan yapmaya adadı kendini :)

 
Bir kere her sabah o gelmeden gazeteyi okumak zorundaydım, okumak zorunda olduğum gazete de Cumhuriyet’ti. Gazeteyi okuyup, Haluk abi geldikten sonra günlük olaylar hakkında tartışırdık. Bir nevi kendi çapımızda ülkeyi kurtarırdık anlayacağınız :) ve her hafta bir kitap okumak zorundaydım. Kitapları Haluk abi belirlerdi. Yine her hafta sonunda önce kitabın kısa bir özetini geçer, sonra üzerinde tartışırdık...

Hümeyra’yı, Timur Selçuk’u Haluk Abi sayesinde tanıdım ve biraz olsun bir dünya görüşüm olduysa bunda Haluk abinin payı yadsınamaz. Geriye dönüp baktığımda özlem duyduğum nadir insanlardandır. Çok isterdim bugün de yanımda, çevremde olmasını. Kimbilir belki Tibet’e de benzer taktikler uygulayıp, kitapları sevdirmesini başarabilirdi :)

Belki tahmin etmişsinizdir. Bütün bunları mimlendiğim için anlattım.
Bir mim bana neleri anımsattı, hey gidi Kezban! :)

Kısaca mimden bahsedeyim: Kitaplığınızın önüne geçiyorsunuz, gözlerinizi kapatıp, rastgele bir kitap seçiyorsunuz, sonra kitabın 55. sayfasını açıp, o sayfadan rastgele bir paragrafı herkesle paylaşıyorsunuz...

Ben bunu biraz değiştireceğim izninizle... Bunun birinci sebebi benim bir kitaplığım yok. Üst üste dizilmiş raflardan ancak gözüm kapalı ilkine ulaşabilirim ki bu diğer raflardaki kitaplara karşı büyük haksızlık! :)
İkinci bir sebebi, Tibet’in doğumundan bu yana şöyle doyasıya kitap okuyamamış olmam.

İşyerinde başucumda duran, okunmayı bekleyen yaklaşık 6 kitabım var. Kendimce evde okuyamam diye götürmüyorum ama işlerde pek fırsat vermiyor ne yazık ki... Ben de içlerinde en çok okumayı istediğim kitabı seçtim buraya yazmak için. Üstelik ben 55. sayfadan bir paragrafta yazmayacağım. Kitabın tümüyle beni ilgilendiren kısmının 8. sayfasından bir paragraf yazacağım. Böylece kendime de bir iyilik yapmış olacağım ve bir nevi hayatın bugünlerde bana söylemeye çalıştığı var mı onu görmüş olacağım :)))))

Çok kısa kitap hakkında da bilgi verip, yazayım paragrafımı...

Kitabın adı Ruhsal Astroloji. Kitap doğum yılınıza göre hangi Kuzey Ay Düğümü’ndesiniz, bunun size ne gibi avantajları ve ne gibi dejavantajları var onu anlatan bir kitap. Biraz daha derinlemesine girersek bu kitabın “bu hayatta ne amaçla bulunuyorsunuz”u anlatan bir kitap olduğunu da söyleyebiliriz. Astrolojiye inanıyorsanız tavsiye ederim. Kendinizle ilgili hiç kabullenmek istemediğiniz gerçeklerle karşılamanız an meselesi, uyarayım...

Şimdi gelelim benim Ay düğümümün 8. sayfasına:

Oğlak Burcu: Oğlak Kuzey Düğümü insanı reddedilme olasılığından nefret eder –aslında, reddedilmenin düşüncesi bile onun için felç edicidir-. Eğer birisi onu reddederse, o yalnızca kendini kötü hissetmekle kalmaz, bunun kendi kabahati olduğunu da düşünür. Bu insan o denli güvensizdir ve reddedilmekten o kadar korkar ki, durumlara çok ihtiyatlı girer.

Görüldüğü üzere bazı acı gerçekler yüzünüze tokat gibi çarpabiliyor... Demek ki hayat bu aralar reddedilme korkusundan kaynaklı sorunlarım olduğunu ve bunun üstüne gitmem gerektiğini söylüyor bana, di mi? :)
yok canımmm, ben kimmm, reddedilme korkusu kimmm!? :P

Şimdi, sıra paslaşmada...
Kitap Denizi, Touch the Sky, Seda, Füsun, Seyhan ve Sanat Notları...
Eğer bu mim sizi önceden bulmadıysa ve yapmak isterseniz SOBE!

6 Aralık 2010 Pazartesi

Sevilesi...

Bu sefer iki koldan mimlendim. Önce Bahriye, sonra Deniz Tibet’in en sevdiği oyuncaklarını sordular.

Tibet oyun konusunda çok değişken bir çocuk. Aslına bakarsanız, oturayım oynayım çocuğu değil. Aklı fikri “hoplasın, zıplasın, koştursun”da. Bu yüzden alt kat komşularımız bizden oldukça şikayetçi :)

Yine de var tabii sevdikleri. Mesela arabalarına çok düşkün, hele ki Şimşek McQuinn’e. Her dışarı çıkışımızda basit bir tane bile olsa bir arabayla dönüyoruz eve neredeyse, evde ortalık irili ufaklı arabalardan geçilmiyor. Oyun sırasında arabaları sadece araba değil uçak olarak da kullanıyor :) bir de sürekli çarpıştırıyor.


Click to play this Smilebox postcard
Create your own postcard - Powered by Smilebox
Customize a free postcard design

Son zamanlarda hamura çok takmış vaziyette. Hamurlarla birşey ortaya çıkartmaktan ziyade onları mıncırmayı çok seviyor. Bir de son aldığım kalıplardan balığı çok sevdi, onunla babasına balık yapıp duruyor. Haftada en az iki gün babası vesilesiyle balık yemekten falan herhalde :)

Bir de son bir iki haftadır yap-bozlarına taktı kafayı. Fotoğrafını gördüğünüzü Umur ve Ada yaşgününde göndermişlerdi ama beyefendi kendisiyle şimdilerde haşır neşir olmayı uygun gördü. Yalnız sandığınız gibi değil olay. Yap-bozlar ortaya dökülüyor, anne ya da babayla birlikte başına oturuluyor, sonra “bunu buraya koy, onu oraya koy, aaa burası değilmiş, yoksa bu muymuş?”larla anne babaya yaptırılıyor. Yapıldıktan sonra da hadi traktörü sürelim diyerek halının üzerinde yapboz gezintiye çıkarılıyor.

Oyuncaktan sayamayız ama bir de fotoğraf makinesi var ki, onu kaptırırsak, elinden almak ciddi bir uğraş gerektiriyor. Geçen gün bana resmen mankenlik yaptırdı :)
“anne elini koy şöyle, tamammmm, çekiyorummmm!”


Click to play this Smilebox postcard
Create your own postcard - Powered by Smilebox
Postcard design personalized with Smilebox

çocuklar için fotoğraf makineleri varmış, sanırım bir tane almak hiç fena olmayacak :)

Bizden bu kadar. Şimdi paslıyorum, tabi önceden yapmadıysanız ve yapmak isterseniz:

Civciklerimin annesi, Başak, Özgür Anne, Bedardem, Burcu ve Kırmızı Woswos...