29 Ocak 2010 Cuma

Ben var ya ben!...


Bir süre önce Duygu, Şule ve Yıldız tarafından mimlenmiş bulunmaktayım. Değişik özelliklerimin ne olduğunu söylememi istemişler. Pek değişikmi bilmiyorum ama birşeyler yazdım, yetinmedim arkadaşlarıma benim en belirgin özelliklerimi sordum.
Önce benim kendi dilimden, sonra arkadaşlarımın dilinden işte ben!

******************************

• Son zamanlarda attığım her adımı sorgular oldum. Yaşadığım her olaya ders çıkarmam gereken bir olgu olarak bakmaya başladım. Bu durum dönem dönem yoruyor beni. Mesela bu aralar çok yorgunum bu yüzden :( (bilmem ki belli oluyor mu oralardan?)

• Bir olaya çok ama çok sinirlenirsem, dilim tutulur, birşey söyleyemem. Bu beni daha da çok sinirlendirir (kendime karşı) ve hüngür hüngür ağlarım.

• Uzun saç hastasıyımdır. Kısa saçı yakıştırıyor olsam bile “saçımı uzatsam mı” diye soran birine “bu yakışıyor sana, kalsın böyle” demem mümkün değil!

• Güvenmek güzeldir... Hem kendiniz için, hem karşınızdaki için... Güvensizlik beraberinde gerçekten de güvensizliği getirir... Böylesi daha zor... Güvenmeyi seçerim.

• Vücudu güzel olan bir insanın “aşırıya kaçmadan” seksi giyinmesini severim. Böyle insanları gördüğüm zaman hem takdir ederim hem de kıskanırım :P

• Yaşanılan hiçbir şeyin tesadüf olmadığına yürekten inanırım. Bu yüzden uzun zamandır iğneyi önce kendime batırıyorum (bunu önceden pek yapmıyordum).

• Çok yoğun işim varsa muhakkak kulaklıklarımı takar ve çoğunlukla rock dinlerim... İş tempoma uyum gösteriyor gibi geliyor :P

Sıra arkadaşlarımda :)


Deniz
Kendini geliştirmeye açık, dürüst, alçakgönüllü, kokoş (kokoş olmadığı zamanlarda bile ruhu kokoş) :)

Full Moon
Özellikle makyaj ve süs yaptığın günler cok güzel olursun.
Tibet'e doğru örnek olabilmek adına kendine fazla elestirel yaklaşırsın kimi zaman. Ama bu seni elbette daha da kıymetli bir anne yapar.
Mutsuz olduğunda ya da kafayı bir şeye taktığında bunu yüzünden okumak çok kolaydır.
Dışarıdan sert görünürsün biraz, ama aslında değilsindir.
Kendini çok ama çok geliştirdin bence son 2 iki yıl içinde, senin de soyledigin gibi Tibitoş'un bunda cok parmağı var gibi...

Aylin onunda bloğu var ama biraz doldursun önce :)
Soğukkanlısın, öfkeni kontrol edebiliyorsun, mülayimsin, iyi bir dinleyicisin mantıklısın ve benim en iyi dostumsun :)))

Nuriye henüz bir bloğu yok, eylemlerim devam edecek :P
Neseli oldugunda etrafina da nese sacan bir ozelligin var.
Keyifsizsen kimse sana dokunmasin :)
Surekli yenilige acik olman, kendini yenilemek icin butun cabayi gostermen.
Samimi olman
Paylasimci olman

İrem
Lafını esirgemezsin, dışardan sert bir görüntün vardır ama hiç öyle değilsin ya da sevdiklerine öyle değilsin.
Bir şeyi takıntı haline getirip kendine eziyet edersin şu kilo meselesi buna iyi örnek bence :)
Birde çok iyi bir annesin...


Çikolata Ağacı ve Gülay... Sizin mimlerinizi de unutmadım, en kısa zamanda yapacağım ama ondan önce ben sizi mimliyorummmmmm!!! heheheheeee :P

25 Ocak 2010 Pazartesi

Balık tutuyorum! :S

Daha önce internetten, kitaplardan okumuştum. 2 yaşından itibaren çocukların cinselliklerini keşfettiğini.

Bizim küçük beyimiz de sinyaller vermeye başlamıştı tam tamına 2 yaşından beri. Okuduklarımdan edindiğim bilgiler şimdilik müdahale etmemem konusunda hemfikir görünüyor. Şahsen onları okumasaydım da bir müdahalem olmazdı zaten...

...ama...

Hafta sonu öyle birşey yaşadık ki; ne yapacağımı bilemedim. Ne yapacağımı bilememek bir tarafa, oğlumun böyle bir cevabı nasıl verdiğine hayret ettim (ettik)!


Anne oğlunun bezini değiştirmekle meşgul, anane de onu oyalamaya çalışıyor, anne bezi rahat rahat değiştirsin diye.

T_ anne, bana da ısyak meedil beysene, popomu silcem...
A_ al madem poponu silcen :)

Anne mendili verir, ufaklık pipisini silmeye başlar ve olan olur...

Anane gayriihtiyari “Ne yapıyorsun oğlum” diye sorar.

Bücürün cevabı herkesi dumura uğratır:

“Balık tutuyom anane!”

Evet, mizahi yönü kuvvetli oğlumun... da... bu kadar mı yani!?


21 Ocak 2010 Perşembe

Meleğim


Ben oldum olası tesadüflere çok inanan biri olmadım. Buna rağmen vakti zamanında çok şikayet etmişimdir başıma gelenlerden (ki bu ayrı bir konu)...

Tibet’in doğumundan sonra duydum “Kristal Çocuklar”ı. Bunu bunca zaman duymayıp, şimdi duymamın bir sebebi olmalı dedim. Kristal çocukları uzun uzun anlatmayacağım şimdi, korkmayın :) Yeni Dünya’nın kurucuları” oldukları en kısa ve yalın tanımlaması.

Tibet bu çocukların genel tanımına pek uyuyor görünmüyor. Bire bir uysun isterdim ne yalan söyleyeyim ama Tibet böyle Tibet :)


“Çocuklar doğduktan sonra kişilik edinirler” savının Tibet’e pek uymadığını söylemeliyim. Tibet’in doğumundan bu yana sergilediği çok bariz özellikleri var. Sanırım ben ve ailemin bundan sonra yapabileceği tek şey onun bu özelliklerine eklemekten ibaret olacak. Benim çabalarımın en önemli sebebidir, Tibet’e “ÖRNEK OL’mak”.

Oğlum tek kelimeyle inatçı! Bu doğduğundan beri değişmez özelliği. İstediği birşey yapılmaya görsün, bebekken basardı yaygarayı, şimdi ya sinirlenip, ortalığı kasıp kavuruyor ya da yine yaygarayı basıyor. Geçen akşam o da ben de inat ettik. Yaklaşık 45 dk sürdü... O istediğini yaptırmak için odada ağlıyor, ben salonda sussun diye bekliyorum. Sonunda “Anne beni al” diye ağlamaya başladı ve gittim aldım tabii :)

Bu inatçılığının güzel olan tarafı, doğumda zedelenen kolunun tedavisine cevap vermesi oldu. Bunun için biz de çok çaba gösterdik tabii ama onun da katılımı olmasaydı, sonuç bu kadar sevindirici olmayabilirdi.


Bir diğer değişmez özelliklerinden biri de uykuyu sevmemesi.
Doğduğu günden bu yana sadece bir gece kesintisiz uyuduğunu bilirim. Uyanıpta sabah olduğunu gördüğümde yaşadığım paniği tahmin edersiniz herhalde. Bunca zaman gecede neredeyse 45 dakikada bir uyanan bir çocuğun sabaha kadar uyanmamış olması, gerçekten korkutucuydu! Beyefendi 2,5 yaşına geldi, en erken yattığı saat 9.30 ki o da gündüz uyumamışsa! Ve hala geceleri en az bir kez uyanıp “anne, süt yap!” diye seslenir.

En sevdiğim özelliklerinden biridir gözlerindeki hayat! Bu bütün çocuklarda var tabi ama siz dizinizin dibindekini daha iyi görüyor, daha iyi ayrımına varıyorsunuz. Güldüğü zaman sadece yüzü değil gözleri de ışıldıyor ama öyle bir ışıldamak ki, tarif edemem...


Tibet çok sevgi dolu bir çocuk ama son zamanlarda bazı insanlarla hiç iletişime geçmek istemediğini farkediyoruz. Mesela annemlerin alt komşusunu ailesi gibi benimsemiş olmasına rağmen üst kat komşuyla iletişime geçmeyi inatla reddediyor. Kapılarından içeri mümkün değil girmiyor “Sen bebeği ver biz gidelim” diyor :) Geçenlerde günübirlik bir Çorlu ziyaretinde bir tanıdıklarımızın evine girmeyi şiddetle reddetti. Eniştem onunla arabada oyalanmak zorunda kaldı. Tanımadığı, bilmediği bir mekana girmekten de hoşlanmıyor. Onu ikna etmek için çok çaba sarfetmemiz gerekiyor, hatta bazen ağlatarak soktuğumuz oluyor ve soktuktan sonra da devam ederse ağlamaya ayrılmak zorunda kalıyoruz?... ama birilerini sevdiyse onları unutması mümkün değil. Diyelim ki 1 aydır hiç görmemiş, birden bire size o kişiyi sorabiliyor. Mesela hiç görmediği bir arkadaşımı iki hafta da bir sorar bana, nasıl bir iletişim varsa aralarında :)

Ve çok ilginç bir özelliği fazlasıyla mizah anlayışının olması. Bunu size anlatmam çok uzun sürer. Konuşmaya başladığından beri çok eğlenceli zamanlarımız oluyor Tibet’le...


Daha bir sürü şey sayabilirim elbette... Kim çocuğunu anlatmakla bitirebilir ki...

Tüm bunlar Tibet’i Kristal Çocuk yapar mı bilemem ama bildiğim bir gerçek var ki tüm çocuklar birer MELEK!

Bu yazı 20 Ocak 2010 tarihinde KIRKYAMA grubu için yazıldı.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Mim ve ödül

Geçen hafta Yıldızım Kelebeğim beni sobelemiş, hadi göster bakalım masaüstünü demiş. Hemen cevaplayamadım (zaten hiçbir mimi hemen yapamıyorum, galiba köşede 3 tane birikti yine) çünkü kendime yeni bir masaüstü teması hazırlamakla meşguldüm o ara. Nihayet bitirdim. Buyrunuz masaüstüm :)


Bu temamın bir anlamı var. Çiğdem’le bir süredir yol arkadaşlığı yapıyoruz bildiğiniz gibi. Geçtiğimiz hafta “2009'a güle güle, 2010'a hoşgeldin" meditasyonu yaptık ve 2010 dileklerimden oluşacak bir tablo çalışması...
Bu tablonun amacı dileklerimizi resimleştirmek. Aslında çoğunuz bunu eğer ilgileniyorsanız kişisel gelişim kitaplarından muhakkak okumuşsunuzdur. Benim yaptığımın farkı ise Feng Shui’ye göre dizilmiş olması...

Tablom kendini anlatıyor sanırım :)

Bu ödül de sevgili Denizciğimden geldi... Beni layık gördüğü için teşekkür ederim.


Ben bu güzel ödülü yayınlayana kadar alan aldı galiba :) ben de almamış olanınız varsa içinizden onlara veriyorum. Zira blog camiasında herkes bu ödüle layık bence. Elifcim, misal sen... benim gibi tembellikten mi yayınlamadın hala yoksa almadın mı??? Almadıysan sen de üstüne alın :)

Masaüstü mimcileri, hazır olun! :)

Füsun, Nehircce, Elif, Özden, İrem, Şule ve Meltemmmmm... ve yapmak isteyen herkessss, görelim masaüstünüzü :D

13 Ocak 2010 Çarşamba

Yeni inciler

Dün akşam nihayet oğlumla bir araya geldik :)

İyileşmiş, Tibet yine eski Tibet olmuş nihayet :D
Koşturup durmalar, hiç oturmamalar, sürekli çene :)))
Allah’a şükür, hep böyle olsun yeterki hasta olmasın.

Bir süredir Tibet’in incilerini biriktiriyordum, iyileşmesi şerefine artık yazayım...

*


Babası ile Tibet’in bir oyunu var. “Sıkıştırma”. Babası ona gel seni bir sıkıştırayım der. Tibet güya istemiyormuş havalarında babasının yanına gider, sonra “Bak yukarıda kuş var” cümlesiyle oyun başlar. Babası gıdığından öpmeye çalışır, Tibet gıdıklanır...

Bir akşam benle oynarken babası “Gel seni bir sıkıştırayım” dedi.
Bizim beyefendi “şimdi beni sıkıştıyma baba, anneyle oynuyom” diye cevap verdi.

*

Saçlar artık böyle. Hiç fena olmadı, ne dersiniz?

Annemlerdeyiz bu aralar biliyorsunuz. Bizimki teyzesine birşeyler anlatıyor. Teyzesi de anlamıyormuş gibi “ne dedin, nasıl oldu?” sorularıyla onu kızdırmaya çalışıyor. Sonunda sinirlendi:

“Teyzeeee, ama beni anlamıyoysuuunnn!!!”

Bu lafın üstüne teyzesi “aman da ben yeğenimi anlamıyormuymuşum, yesinler onun poposunu” deyip, evirip çevirip öpmeye çalışıyorken bizimki ikinci bombayı patlattı “Teyzeeee, popomu elliyoysun!”

*

Fotoğraf çekme işini ilerletti, artık kendi fotoğrafını kendisi çekiyor :)

Bizimki hoplatılmayı çok seviyor. O sana doğru koşacak, sen onu yakalayıp yukarı fırlatacaksın ve bu böyle devam edecek.

Bu oyunu dedesiyle oynamaya karar vermiş ama adam ne yapsın? İkinciye yapamamış, bizimki de söylenmiş:

“ama Şuştopa (Mustafa) beni uçuruyor!”
(bazı bazı bizlere isimleriyle sesleniyor, Mustafa babasının ismi)

*


Bana doğru gelip, kulağıma fısıldar gibi sessizce:
“Anne popomda bişii bay?” dedi.
“Ne var oğlum?” dedim.
“Kaka bay, kaka bay”
:)

*


Teyzem ve eşini çok seviyor. Her şey karşılıklı tabiki bu sevgi onların ona olan düşkünlüğünden kaynaklanıyor. Ara ara sorar onları, özlediğinden. Geçenlerde yine özledi galiba, durup dururken
“Bu Asan da (Hasan) ne zaman gelecek yaaa!” dedi.
İşin komik olan tarafı bunu söylerken ellerini “Hay Allah” der gibi birbirine çarpmasıydı.

*

Saçlar kesilmeden önce bu hale gelmişti :)

Süt delisi bir oğlum var ama süt içmesinin de prensipleri var. Öyle çok ısıtılmayacak yoksa akılsız başın cezasını çekersiniz, soğutursunuz :P
Biraz fazla ısıtmışım bir keresinde herhalde :

“Anne, bu çok sıgas, soğut, soğut!!!”

*


Bizim oğlanın yatmakla ilgili sorunu artık herkesce biliniyor. Yine böyle yatırmaya çalıştığım bir akşam, aramızda şöyle bir konuşma geçti:

“Anne, yatiim mi, kalkiim mi”
“Yat oğlum”
“Anne, o zaman, tivisiyonu açiim mi, yatiim mi?”
“Televizyonu açma ve yat”
“Anne o zaman, tivisiyonu açiim ben”
“???!!!”

11 Ocak 2010 Pazartesi

Kalbi boğazında atmak

Bu aralar bloglarda hemen hemen bütün küçüklerin hasta olduğunu okuyorum. Kimisi faranjit olmuş, kimisi de Tibet ve Rüya gibi ne yese çıkartmakta... Allah korusun hepsini, insanın çocuğu hasta olunca, kalbi içine sığmıyor, sanki boğazında atıyor, nefes alamıyor.

Tibet düne kadar tam anlamıyla düzelmedi. Kusması kesildi ama öğürtü devam etti. Süzüldü iyice yavrucağım.

Dün akşam ben eve geçtim, aklım ondaydı tabii. Sabah gecenin nasıl geçtiğini sormak için saat saydım resmen.

Geceyi rahat geçirmişler, hiç öğürmeden. Bugün de acıktım diye yemek istemiş kendisi kimse sormadan. Keyfi yerindeymiş, başlamış yine koşturmaya.

Ne kadar rahatladım anlatamam. Günlerdir onun o durgun halini gördükçe içim içimi yiyordu. O kadar hareketli bir çocuğun, “anne ben uyuycam” diye sürekli yatıp durması meğer ne kadar can yakıyormuş...



Sen iyi ol yeterki bebeğim,
istediğin kadar hopla zıpla, koş orada burada.

Söz!
Elimden geldiğince
bu hareketliliğinden şikayet etmeyeceğim...

ama...
sen de suyunu çıkarma! :P

7 Ocak 2010 Perşembe

Teda :)

Yılbaşı öncesi işlerin yoğunluğu, sonrası Tibet'in hastalığı derken Sedacığımın güzelim hediyelerini bir türlü yazamadım...

Seda'nın 6.hislerinin kuvvetli olduğu inancındayım. Neden derseniz gönderdiği paspası Tibet İkea kataloğunda her gördüğünde "anne bunu alalim" deyip duruyordu :)


Paspası gördüğüm zamanki şaşkınlığımı tahmin edersiniz sanırım. Tibet gördüğü zamansa öyle bir "aaaaaaa" çekip kahkaha attı ki, görülmeye değerdi.
Havlunun rengide tam benim rengim, kırmızı :)



Kendisini tebrik etmek istediğim bir diğer noktada hazırladığı güzelim kart!
Tedaaaa, eline sağlık beybi, o ne güzel kartlardır öyle!? Ellerin dert görmesin, harika bir sunum hazırlamışsın :) Tekrar tekrar teşekkürler, çok mutlu ettin bizi :)

Bu arada Tibet biraz daha iyi... Bugün ananesinden peynirle ekmek istemiş :)
Bir de, saçlarını kısalttık. Bu sefer çok başarısız oldu, bir taraf kısa kaldı diğerinden :P

6 Ocak 2010 Çarşamba

Yılbaşı ve sonrası

Yeni yıla hoplaya zıplaya girdik. Tibet Bey için ayrıca keyifli bir gün oldu.
Kuzenimdeydik. Kuzenimin eşi güzel bir sofra hazırlamış, yılbaşı ağacı süslemiş, yetmemiş bize hediyeler almışlar (biz de onlara).


Tibet ilk başta içeri girmek istemediyse de sonrasında bayağı keyif aldı ortamdan.
Yeni yıla girerken çok hoşuna gitti diye 5-6 kez 10’dan geriye doğru sayıp, hoplayıp zıplayıp birbirimizi öptük. Bu hoplayıp zıplamalardan olsa gerek, gece öksürmeye başladı. Hafif bir öksürüktü, kendisini sıcak tutmaya çalıştım(k).


Ertesi günü kuzenlerimin evine yakın bir parka gittik. İsmini söyledi ama hatırlayamıyorum şimdi, Göztepe’de çok büyük bir parktı ve çok güzeldi. Çocuklar için oyun alanları, yine çocuklar için ufak çaplı bir lunapark gibi bir yer, gezinti alanları, çay bahçeleri olan bir yer. Burada yine çok eğlendi ufaklık ama baktık ki öksürüğü tekrarlıyor, fazla kalmadan ayrıldık. O akşam öksürüğü arttı, biz de doktora götürdük kendisini. Burası ayrı bir macera, başka bir yazıda anlatırım. Sonuçta doktorumuz, bunun alerjik olabileceğini, soğukta ciğerlerin küçüldüğünü, tekrar büyümek için bu öksürüklerin meydana geldiğini anlattı. Bir şurup verip bizi uğurladı.

İlacımızı aldık, önce babaneye, sonra amcaya gittik. Bol bol eğlendik, güzel bir arabamız, helikopterimiz oldu ve eve döndük.

Gece öksürük nöbete döndü. Öksürük başladı mı sanki bitmek bilmedi, helak oldu çocuğum :( O geceyi bir şekilde atlattık. Ertesi günü sabah kahvaltısını etti. Ben öğleden sonra çıktım, akşam 21.00 civarı eve döndüğümde hala birşey yememişti. Annem galiba midesi bulanıyor dedi. Neticede ben de birşey yediremedim. Çok üstüne de gitmedim.

Yattık. Gece 03.00 civarı yine öksürük nöbeti gibi başlayıp, kusmaya döndü! Gecenin o saatinden sabahın 05.30’una kadar belki yarım saatte bir uyanıp kustu yavrucağım. Onu bırakmak istemedim, işe gitmedim. Doktorunu aradık götürmeden önce. “İshale çevirebilir, sulu şeyler yedirmemeye çalışın, sütü kesin. İshal olursa eğer, sümüksü ya da kan olduğu takdirde getirin, o zamana kadar takipte olun” dedi. Doktorumuza çok güveniyorum arkadaşlar. Bu kadar kendinden emin ve soğukkanlı bir doktor var mıdır bilmiyorum. Adam sanki telefondan görüyor hastasının durumunu! Neyse, bu da ayrı bir konu.

İshal olmak bir tarafa bu hastalık süresince Tibet kaka bile yapmadı. İçimizi rahatlatan tek kısmı buydu. İki gün, iki gece sürekli tetikteydik. Kusmaları yavaşladı, öğürtüye döndü ve nihayet dün gece sorunsuz geçti. Ben de bugün gönül rahatlığıyla işe geldim. Hala doğru düzgün yemeye başlamadı ama artık düzeldiğini umut ediyoruz.

Bakalım bugün nasıl geçecek?...